Ortak Sorunların Çözümünde Yeni Uygulamalar

Politikalarınız ya da çözümleriniz yardımcı olunması ya da hizmet edilmesi gereken kişilerin işine yarıyor mu? Günümüzün sorunlarını çözenlerin ve karar vericilerinin kendilerine sormaları gereken temel soru bu. Cevabın sıklıkla hayır çıkması ise dikkate değer.

Etkili ulusal politikaların bile onlara en çok ihtiyaç duyan kişilere ya da topluluklarda pek de bir faydası yok. ABD merkezli düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’ne göre üniversite eğitimi için finansal yardıma hak kazanan her yedi çocuktan biri, yardıma erişebilmek için doldurulması gereken formu tamamlayamıyor. Benzer şekilde, 2015’teki istatistiklere göre ABD Tarım Bakanlığı’nın yiyecek yardımı programına elverişli 2 ila 4 yaşındaki dokuz milyon çocuğun yarısı programın sunduğu gıda ve aşı desteği gibi yardımları alamıyor. Altı eyaletle birlikte Columbia Bölgesi de aile izni politikalarını öngören yasayı geçirdiyse de on yıldan fazladır bu düzenlemenin geçerli olduğu Kaliforniya’da bu hakkı kazananların yarısına bile erişilememiş durumda.

Ülke, eyalet ve yerel yönetimler çapında yetkililer politikaları ve insanları buluşturmanın yeni yollarını arıyor. Dahası pek çok aktivist, sivil toplum kuruluşu ve sosyal girişimci kanun yapma sürecini tamamen pas geçerek işsizlik, gebelikte anne ve bebek ölümü, ilk ve ortaöğretim, işgücü gelişimi gibi kamusal meseleler için doğrudan hizmete dayalı çözümlerde denemeler yapıyor. Bunlar yalnızca kendi topluluklarındaki ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmaya çalışan yerel hayır kurumları değil, sivil toplum kuruluşlarının liderleri ve yöneticiler gördükleri sorunları çözmeye çalışıyorlar.

Bu yenilikler problem çözümündeki süregelen statükodan uzaklaşıldığına işaret ediyor. Yirminci yüzyılın büyük bir kısmında “kamusal sorun çözme” ile politika yapıcılık eş anlamlıydı. Örneğin hükümetlerin ne yapması gerektiğini belirlemek, bir kararname, düzenleme ya da kanunla bunun yapılmasını sağlamak. Yönetimle ya da kamusal ve uluslararası ilişkilerle ilgili okullarda öğretildiği hâliyle bu yöntem, düz çizgisel bir dizilim varsayıyor: Politika araştırmacıları ve analizcileri teori ve pratiğin görünümünü inceliyor, topladıkları veriye bakıyor ve önceden belirlenmiş bir plan doğrultusunda harekete geçiyorlar. Bu kurum ya da kuruluşlar, sorunlar için çözüm reçetelerini yayımlıyor, medya aracılığıyla halkın da dahil olduğu bir diyalog başlatıyor ve/veya yasa çıkarabilecek, düzenleme yapabilecek ya da mevcut yasa ve düzenlemelerden hangisinin uygulanıp uygulanmayacağını değiştirebilecek (eyaletin, kentin veya yerel yönetimlerin karar alıcıları) yetkililerle doğrudan görüşüyorlar.

Belirlenen eylem de uygulanıyor, kimi zaman kamu sektörü, ağırlıklı olarak da insanlara hizmet veren özel sektör taşeronları tarafından. Ürünün “ardındaki sır perdesinin aralanması”, yani hizmet etmesi gereken insanların karşısına çıkması yasa çıktıktan birkaç yıl sonra gerçekleşiyor, tasarımda hedeflenenlere erişip erişemediğini kontrol edebilecek geri besleme döngüsü ise hayli sınırlı oluyor.

Ayrıca faydalanıcıyı merkezine almayan bu uygulamalarda politikaların sonuçlarıyla ilgili araştırmalar yıllar, hatta on yıllar sonra ortaya çıkıyor ve uygulamaları geliştirebilecek kadar erişilebilir olmuyor. Sosyal girişimci Hilary Cottam, Radical Help [Radikal Yardım] adlı kitabında bu durumu çok güzel özetliyor:

Kamu çalışanları ya da danışmanları ihtiyaç olduğu anlaşılan bir talebi (bir odak grubundaki bulgu ya da bir bakanlığın verdiği teminat olabilir) yanıtlıyor, yeni bir hizmet ya da reformun hazırlanması gerektiğine karar veriyor. (…) Şatafatla tasarlanmış bu fikir daha karmaşık, içinden çıkılması güç bir gerçekle karşı karşıya geliyor, planın hataları ise çok geç, geri alınamayacak kadar çok yatırım yapılmışken ortaya çıkıyor.

Ortak sorunların (kamusal meselelerin) çözümü hem çok yavaş hem de yardımcı olması gereken insanlara çok uzak, ayrıca rotayı düzeltmek ya da geliştirmek için neredeyse hiç şans vermiyor. Politika geliştirme kurumları ve mekanizmaları farklı bir zamanda, farklı bir zaman için, daha az insanın olduğu, bilginin daha yavaş dağıtıldığı, bugüne kıyasla çok daha az veriye sahip olduğumuz bir yüzyıl düşünülerek inşa edilmişti.

Konunun uzmanlarının çoğu kamusal sorun çözümlerindeki geleneksel yöntemlerinin eksiklikleri ve zorluklarının farkında. Berlin’deki Hertie Yönetim Okulu’nun eski dekanı Helmut Anheier’a göre kamu politikalarını iki açıdan suçlamak mümkün: “Teknokrasinin değişen politikalarla bağını yitirmesi, bir de öğrenci ve çalışan talepleriyle çatışan, odaksız bir müfredat.” Stanford Üniversitesi’nden Francis Fukuyama ise meseleyi daha net ifade ediyor: “Kamu politikası eğitimine bakım yaptırma zamanı geldi.” Bu bakımı da sahada aramak gerekiyor.

İster yönetimlerin içindeki isterse dışındaki yenilikçiler, sorunların tespit edilmesi ve çözülmesi için birçok farklı yöntem deniyor. Ciddi bir etki yaratmaya, toplumsal ve ekonomik sorunları yönetmekle yetinmektense ortadan kaldırmaya, önceden deneyenlerin erişemediği kadar çok araç ve yaklaşım arasından seçim yapmaya ihtiyaç var, onlar da bu ihtiyaca cevap veriyor. Bu yenilikçilerin çabaları ve yaklaşımları da dört ortak unsurla özetlenebilecek yeni bir pratiği müjdeliyor: 

  • İnsan merkezli: Program ve politikaların merkezine faydalanıcıların ihtiyaçlarını ve becerilerini koyuyor (insan merkezli tasarım)
  • Deneysel: Ufak denemelerle başlayıp yerelde çözümler arıyor, fikirler ve kavramları test ediyor, modüler yapılara geçerek ulusal çapta beğeniye sunulmadan önce denemeler yapıyor.
  • Veri erişimli: Sorunları hesaplamak, gelişimi gözlemlemek ve neyin çalıştığını değerlendirmek için (büyük ve küçük) veri geliştiriyor.
  • Ölçeklenebilir biçimde tasarlanmış: Etkiyi ve ölçeği büyütmenin yollarını değerlendiriyor ve planlıyor.

Bu yeni pratikteki örneklerin büyük bir kısmı bu unsurların pek çoğunu ya da tümünü içeriyor. Bu bağımsız unsurlar pek yeni sayılmazsa da gözlemlenebilir bir pratik oluşturacak şekilde bir araya getiriliyorlar, hem de bu pratiğin katılımcıları çalışmalarının daha büyük bir hareketi yansıttığından haberdar değilken. Bu pratik aynı zamanda girişimciler, kamu mensupları ya da vatandaşlar gibi farklı sorun çözücüleri bir araya getiriyor.

Elbette hiçbir pratik siyasetten azade değil. Nitekim solcuların pek çoğu, devletin vergi ödeyen insanların talep ve hak ettiği hizmetleri sunabilmek için gerekli kaynaklardan yoksun bırakıldığını, bu boşluğun da kentsel kurumlar tarafından doldurulması gerektiğini savunuyor. Küçük ölçekteki devletlerin ideolojileri, devletin başarılı hizmetlerinin kanıtlarının seçmenler ve kanun koyucular tarafından görülmemesini sağlayabilir, nitekim sağlıyor da. Sağcılar ise azalan devlet hizmetlerinin sebebi olarak başarısız politikaları gösteriyor, iddialarını destekleyebilecekleri birçok örnek de mevcut.

Tabii kamu problemleri gibi ortak sorun çözümüne dayalı bir uygulama, derinden bozulmuş bir ulusal politik sistemin gündemindeki temel sorunları belirleyemiyor. İhtiyaç sahipleri için hizmeti ve desteği tasarlamakta ve sunmakta istediğiniz kadar başarılı olun, bu yine de ABD’deki yükselen gelir eşitsizliğini azaltmaktansa genişleten politikalar izleyen çıkar gruplarının kararlılığına karşı gelmeye yeterli değil. Öte yandan gözle görülür biçimde çalışan politikalar ve çözümler devlete olan güvensizliği yerel ölçekte, hatta eyalet çapında azaltmayı sağlayabilir, özellikle de kamu sektörü, özel sektör ve sivil alan iş birliği yapmanın yollarını bulabilirse. Bahsi geçen güvensizliğin azalabilmesi ya da ortadan kalkabilmesi için ekonomik eşitsizlikle mücadele etmek için üretilen fikirler artık sonuçlarını göstermeli. Burada tanımlanan bu iş birlikleri eskiden beri süregelen büyük devletle küçük devlet tartışmalarını aşıyor. Bu sorunların nasıl çözüldüğüyle ilgili farklı bir diyalog.

İNSANI MERKEZE ALAN ODAK

Geleneksel olarak kamu sorunların çözümü, karar vericilerin çözüm aradığı meseleyi tanımlamakla başlıyor, bu da şaşırtıcı bir yaklaşım değil. Burada tanımlanan mesele, toplumun hangi alanının düzenlenmesi gerektiğine işaret ediyor. Nitekim devletlerin birimleri de bu mantıkla örgütlenmiş: Sağlık, eğitim, barınma, istihdam ve çevre gibi. Örneğin evsizlik; insanların evi olmaması sorunu olarak ifade edilip araştırmacılar, analistler ve kanun koyucular tarafından yeterli konutlaşma olmaması üzerinden tanımlanırken, evsizliğin ardında zihinsel hastalıklar, madde bağımlılığı, ekonomik durgunluk ve işsizlik gibi çok çeşitli ve karmaşık sebepler yatıyor.

Ayrıca tanımlama ve teşhis, genellikle sorunu doğrudan yaşayan insanlardan uzakta yapılan araştırmalara ve toplanan verilere dayanıyor. Veriyi oluşturan insanları ya da faydalanıcıları devreye sokmadan toplanan veriler, ayrıca yapılan ekonomik ve istatistiki modelleme, meselelerle başa çıkmaya çalışan insanların algılama biçimiyle araştırmacıların tanımladığı sorunların uyuşamamasına neden oluyor.

Öte yandan günümüzün problem çözücüleri işe ihtiyaç sahiplerinden başlıyor: Örneğin, evsizler, işsizler, sosyal güvenlikten mahrum olanlar, eğitim sisteminin dışında kalanlar, hasta ve engelliler, hizmetlere erişim imkânı olmayanlar. Topluluk örgütleri ve hak savunucular insanların seslerini sürece dahil etmeye çalıştıysa da teknoloji onların görüşleri ve alışkanlıklarının sürece çok daha erken, daha önce görülmemiş bir ölçek ve hızda dahil olmasını kolaylaştırdı.

Kullanıcıları ve faydalanıcıları ihtiyaçlarıyla ilgili doğrudan geribildirim verecekleri şekilde işe dahil etmek genelde toplumsal sorunlara katkıda bulunan etkenlere ışık tutuyor. Örneğin kırsalda yaşayan pek çok kişi ücretsiz sağlık kliniklerine erişemiyor, çünkü ne devletin ne de özel şirketlerin sunduğu ulaşım hizmeti yeterli. Oysa çoğu sağlık görevlisi ve sağlık müdürlüğü ulaşıma nasıl erişileceğine değinmiyor.

İnsan merkezli tasarım vurgusu, kamunun yararını gözeten teknoloji uzmanlarının devlet kurumları ve kentsel kurumlarda daha çok yer almaya başlamalarıyla arttı. Politika süreçlerinde insanlara odaklanmak, yazılım tasarımı süreçlerinde “kullanıcılara” odaklanmaya benziyor. “UX” (kullanıcı deneyimi) pratikleri Britanya’daki Government Digital Service [Devlet Dijital Hizmetleri], Code for America’daki US Digital Service [ABD Dijital Hizmetleri] ve New America’nın Public Interest Technology [Kamu Yararı İçin Teknoloji] girişiminin merkezinde yer alıyor. Nitekim British Digital Service’in kurucusu Mike Bracken “Politika, Süreç, Sistemler, Kullanıcı, Durgunluk”tan oluşan “eski sürecin”, “Kullanıcı, Sistemin (Yeniden) Tasarımı, Sistemin Geliştirilmesi, Politikaların Kontrolü, Geribildirim”den oluşan “yeni süreçle” çatıştığını belirtiyor. 

Kullanıcıların neye ihtiyaç duyduklarına ve hizmetleri nasıl deneyimlediğine odaklanmak, insanları genelde seslerini duyuramadıkları hizmetlere geribildirim verme sürecine dahil ediyor. Bu durum sivil toplum kuruluşlarının liderlerine kurallarını, formlarını ve teorilerini değerlendirme şansı sunuyor. Örneğin ABD Savaş Gazileri İşleri Bakanlığı’nın eski teknoloji yöneticisi Marina Nitze iş arkadaşlarını bir araya topladı ve gazilerden onlara bakanlığın 62 yardım programına hızlı internet bağlantısı olmayan bir bilgisayardan erişmenin nasıl olduğunu göstermelerini istedi. Deneyin kesin surette ortaya koyduğu gerçek, sorunun internet hızı (telefon ve e-posta uygulamaları da korkunç deneyimler vadediyordu) ya da 62 web sitesinden ibaret olmadığıydı; mesele, yardımlara erişim sürecinin ilkelliği ve karmakarışıklığıydı.

Bu insan merkezli ya da insanları öncelik kabul eden yaklaşım yerel topluluklarda da başladı. Community Solutions tarafından işletilen Built for Zero, kronik evsizliği ve gazilerin karşı karşıya kaldığı evsizlik sorununu çözmek için önemli paydaşları bir araya getiren, böylelikle onlara ihtiyaç duydukları şeyleri sunmak için ilk adım olarak evsiz insanların net ve ortak bir listesini yaratmayı hedefleyen sivil bir inisiyatif. Paydaşların erişimine açık bir arayüz aracılığıyla gerçek zamanlı verilerin paylaşılmasına yardımcı olan Built for Zero, evi olmayanları ve onların ihtiyaçlarını yeniden sürecin merkezine yerleştiriyor. İnsiyatif, faydalanıcılarını isimleriyle tanıyor ve onlara birer istatistik gözüyle bakmıyor.

“İnsanların neyi önemsediğini bulmalısınız.” Bu sözler Illinois eyaletinin Rockford kentinde konut avukatlığı yapan Angie Walker’a ait. “Televizyonda Cubs maçı izlemek mi? Ailelerine aramalarına yardımcı olunması mı? Bu bilgilerin tümü listeye giriyor. Yapılması gereken bu, işi kişiselleştirmek.”

İşi kişiselleştirmek de işe yarıyor. Dört yıldan kısa bir sürede Built for Zero, ABD’deki dokuz topluluğun kronik evsizliğini ve gazi evsizliğini sonlandırmasına yardımcı oldu, şu an da 36 farklı topluluktaki evsiz sayısının azalmasına yardım ediyor. Evsizliği yok etme hedefine ulaşmak için yöntemini bir sistem hâline getirdi.

Built for Zero’nun yaklaşımının merkezinde sürekli kalite artışı ve topluluktaki evsizlerin adlarıyla listelenmesinin birleşimi yatıyor, böylelikle hizmet sağlayıcılar, sivil toplum kuruluşları ve devletler harekete geçmeye teşvik ediliyor. Ortak bir hedef varken paydaşlar bu ortak listeyi birçok kurum ve sivil toplum örgütünün çalışmalarının koordinasyonunu üstlenmek için kullanıyor, liste ufalmaya başlayana dek üzerinde çalışıyorlar. İşin merkezine insanları alıp gelişimi gözlemlemek için verilere başvuran Built for Zero toplulukları, önceden yapılan denemelerde olduğu gibi yukarıdan aşağıya düzenlemeler yerine sorunlarını aşağıdan yukarıya doğru çözmeyi tercih ediyor.

İnsan merkezli tasarım da evrim geçiriyor. Davranış bilimciler insanların ne istediklerini ya da onlara neyin iyi geleceğini bildikleri varsayımına şüpheyle yaklaşmaya başlıyor, gerçekten neyin işe yaradığını bulmak için daha sert yaklaşımlar öneriyorlar. İnsanların odaklanmasını sağlamak için eften püften yollar var, tek başına form doldurmalarını istemek gibi. Öte yandan karmaşık toplumsal sorunları çözmek ve insanlara hizmet etmek için faydalanıcılar da bu süreçlere dahil edilmeli.

İşe insanlarla ve faydalanıcılarla başlamak özünde insanları sorunun kendisi gibi görme eğilimine karşı çıkıyor. İnsanlara yardımcı olmak, yatırım yapmak, bir şeyler öğretmek, özen göstermek, onlarla başkaları arasında bağlar kurmak ve onları güçlendirmek mümkün. Onları “tamir etmek” ya da “çözmek” değil.

 

ARAMAK VE DENEY YAPMAK

Akademik araştırmacılar genellikle ortak fikir ve bilgi üretimi konusunda kendilerinden önce gelenlerin katkılarından faydalanıyor. Politika uzmanları da benzer şekilde belirli bir sorunun resmini çizmek için veri topluyor. Teoriler, modeller ve kavramsal çerçeveler ortaya atıyor, geliştirdikleri olası çözümleri oylama yoluyla ya da ufak pilot projeler aracılığıyla test ediyorlar. Oysa düşünürlerin ve mucitlerin gelecek neslin çözümleri yaratmaktansa yeni çözümleri araması gerekecek, en azından başlangıçta. Ülke ya da dünya çapında yerel sorun çözücülerin geliştirdiği yaklaşımları gözden geçirmeleri, yapısal deneyler için çıkış noktası olarak görmeleri gerekecek.

Skoll Vakfı ve Bloomberg Girişimi hayırseverlerin bu tarz deneyleri nasıl yaptığına dair harika örnekler sunmakta. Skoll Vakfı her yıl “dünyanın en acil sorunlarına karşı ortaya attıkları çözümlerin yarattığı önemli etki çoktan kanıtlanmış” sosyal girişimciler arasından ödüle layık göreceklerini belirlemek için ciddi zaman ve çaba harcıyor. Vakfın her yıl zorlu bir seçim sürecinin ardından belirlediği bir avuç sosyal girişimciye verdiği Skoll Ödülleri, bu çözümlerin büyük ölçekli benimsenmesini hızlandırmayı hedefliyor. Bloomberg Girişimi’nin başlattığı bir program olan What Works Cities [Kentleri Neler İşler Hâle Getirir] ise zorluklarla mücadele etmek için verilere başvuran 100 kente yardımcı oluyor. Kentler meselelerle mücadele edip çözümleri ve süreçleri tespit ederken ağlar arası sonuç paylaşımı yaparak birbirlerinin deneylerinden öğreniyorlar.

Araştırmacılar ve politika uzmanları da kendi incelemelerini zaten yaptıklarını söyleyebilirler, sonuçta kitaplarda bilgi aramak, sonra damıtarak analiz ettirmek için o bilgiyi geri getirmek araştırma değil de ne? Cevap zaman ve mekânın sıkıştırılmasında yatıyor. Geleneksel araştırmalar araştırmacı ve araştırma öznesi arasında mekânsal ve zamansal bir mesafe olduğunu varsayıyor, fildişi kulesi fikri de buradan doğuyor. Cevapların bulunup en azından on ila yirmi yıl boyunca bir politikanın benimsenmesi ya da bir kanun veya düzenlemenin uygulanmasıyla oturtulduğu 20. yüzyıl dünyasına benziyor. Bu yeni pratikte ise sonuçlar doğdukça kayda geçiriliyor, araştırmacıları ve uygulamacıları sorun çözücülerin çözümleri düzenli olarak yayımlayabileceği, alabileceği, rafineleştirebileceği ve uyarlayabileceği yaşayan bir bilgi döngüsünün içinde bir araya getiriyor.

Daha etkin araştırma aynı zamanda sorunlardan çok insanlarla etkileşime geçmeye dayalı, nitekim yerel sorun çözücüler kendi topluluklarındaki ihtiyaç sahibi insanlarla doğrudan çalışabiliyor. Böylelikle araştırmacılar kaynaklarıyla yan yana çalışıyor, onları birer veri olarak değil başka faillerle gerçek zamanlı olarak, ortak bir girişim kapsamında bir araya getirilebilecek failler olarak görüyor.

Silikon Vadisi benzetmelerinin kamu sektöründe her zaman karşılığı olmasa da fikir araştırmasına dayalı teknolojik pratik, uygulanabilir bir ürün yaratmak ve onu geliştirme eylemlerini tekrarlamak kamu sorun çözücülüğünün en azından bazı alanlarında doğrudan karşılık bulabiliyor. Nitekim teknolojik yenilik uzmanı Ann Mei Chang’in etki modelleme yaklaşımı Eric Ries’in “yalın girişim” teorisine dayanıyor, o da bu makalenin incelediği pek çok unsuru bünyesinde barındırıyor. Kamu sektörü ve kâr amacı gütmeyen sektörler sıklıkla tek seferlik bir hibe gönderimi ya da politika çıkarma eylemiyle çözümler geliştiriyor ve uyguluyor, böylelikle bu çabanın insanlarla denenme ve rotanın düzelme şansı azalıyor. Daha da zor ve nadir olanı ise diğer insanların başarılı ya da başarısız deneylerinden ders çıkarmak.

Ölçeği büyütmeden önce ufak testler ve deneyler yapan farklı farklı kamu sorun çözücüsü var. Almanya’daki Stiftung Neue Verantwortung adlı kâr amacı gütmeyen düşünce kuruluşu yeni bir “ortak politika geliştirme” yöntemine öncelik ediyor. Bu yöntem teknolojik politika seçeneklerinin politik ve pratik uygulanabilirliğini test etmek ve rafineleştirmek için paydaşlardan oluşan bir grubu bir dizi toplantıda bir araya getiriyor. Ortaya çıkarmaya çalıştıkları “ürün” federal bir politika olacaksa da böyle bir politika oluşturmadan önce ondan etkilenecek gruplarla farklı seçenekleri deniyorlar.

Çözümler ev temizliği yapanların faydalanabileceği bir platform tasarlanırken yapılan deneyler sırasında da test ediliyor ve tekrarlanıyor. Gelişmekte olan bu çaba, kendi işinde çalışanlar ve birden fazla gelire sahip olanların faydalanmasını sağlayarak mevcut piyasadaki bir dengesizliği çözme potansiyeline sahip. Çalışmanın geleceği ve yardımlardan bahseden paneller ve tanıtım yazıları bollaşırken NDWA Laboratuvarları (Ulusal Ev İşçileri Birliği’nin yenilik kolu) ev işleri yapanlar için yardım sağlanması ve sunulmasını geliştirmek ve test etmek adına Alia adlı bir çevrimiçi yardım platformu kullanıyor.

Alia hem ev işleri yapanlar hem de onların işverenleri için tasarlanmış. Ev işleri yapanlar genellikle birden fazla evde çalışıyor, Alia da temizlik işi başına 5 dolardan başlayarak işverenlerin evlerini temizleyenlere verilecek yardımlara gönüllü katkıda bulunabilmesine aracı oluyor. Ev işleri yapanlar işverenlerin katkılarını kullanarak ücretli izin, hayat sigortası, iş göremezlik sigortası, kaza ve kritik hastalık sigortası gibi çeşitli yardımlara erişebiliyor.

Alia’nın gelişiminde çalışan mühendisler, ev temizliği yapanlardan oluşan ulusal bir ağı olan Ulusal Ev İşçileri Birliği tarafından görevlendirildiği için ürün birden fazla kullanıcı testini yansıtıyor. Bu çalışma ev işleri yapanlar ve diğer esnek ekonomi çalışanları için bir model oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda yerel düzeyde, hatta eyalet ve ülke düzeyinde kamu sektöründeki yeni yardım modelleri tartışmalarını şekillendirme potansiyeli taşıyor.

Ufak denemeler yapmak yalnızca yeni politikaların ya da programların gelişimi için geçerli değil. Seattle evsizleri konut sahibi yapma yollarını yenilemek için bu yöntemi benimsedi. Kent ciddi bir ev kriziyle karşı karşıya, bu da onu evsizlere sağlanan barınaklara harcadığı finansmanı yeniden değerlendirmeye teşvik etti. Yetkililer işe 2015’te tedarikle ilgili ufak (8,5 milyon dolarlık) değişiklikleri deneyerek, çıktılardan (Kaç yatak sağlamalıyız?) çok sonuçlara (Evsiz insan sayısı azaldı mı?) odaklanarak başladı. 2018’e gelindiğinde bu deney ümit vermeye başlamıştı bile: Sosyal Hizmetler Bakanlığı artık bütçesinin daha büyük bir kısmını tedarik süreçlerini bu yöne doğru evirmek için kullanıyor.

 

VERİ DESTEKLİ

Günümüzün ortak sorunlarını çözmede başarılı olanların ayırt edici yanlarından biri sorunları çözmek için (küçük veya büyük) verileri kullanabilme becerileri, neyin işleyip neyin işlemediğini görebilmeleri ve gerekli geliştirmeleri ânında yapabilmeleri. Code for America’nın kurucusu ve icra direktörü Jennifer Pahlka şu an kamu sektöründe verilerin kullanılma biçimindeki eksiklere işaret ediyor:

Bu hız, yön ve yüksekliğe dair geç iletilen, güvenilmez tahminlerden fazlasına sahip olmayan bir pilottan kıtalararası bir uçuş yapmasını istemeye benziyor. Hâlbuki günümüz pilotları kaza ve hataları azaltmak için güncellenen verilere ve test edilen yapılacak işler listesinden oluşan araç panellerine güveniyor.

Tabii bu kör uçuşu düzeltme çalışmaları devam ediyor. Kamusal sorunların çözümünde veri devriminin işaretleriyle daha sık karşılaşmaya başlıyoruz. Artık National Neighborhood Indicators Partnership [Ulusal Mahalli Göstergeler Ortaklığı] aracılığıyla onlarca ABD kentinde bulunan veri aracıları, yerel veri toplamak için en iyi uygulamaların yöntemlerini paylaşıyorlar. Federal devlet kıdemli veri bilimcisi pozisyonunu ilk defa 2015’te açtıysa da şu anki hükümet bu pozisyonu boş tutuyor. Hatta Oklahoma eyaletinin Tulsa kentinin belediye başkanı kentin kamusal sorunlarla başa çıkma yollarını geliştirmek için vatandaşlardan oluşan bir ordu kurdu.

Crisis Text Line (CTL) adlı kâr amacı gütmeyen kuruluş, hizmetleri geliştirmek için metaverinin yerinde ve güvenli kullanımına başvuruyor. 2013’te geliştirilen CTL’nin ihtiyaç sahiplerine telefon mesajı aracılığıyla tüm gün devam eden ücretsiz hizmet sunan eğitimli uzmanlardan oluşan ulusal bir ağı var. The New Yorker’a göre “kuruluşun beş milyon mesaja dayalı niceliksel yaklaşımı zaten akıl sağlığına dair eşsiz bir veri koleksiyonun oluşmasını sağladı. CTL depresyonun en çok akşam 8’de, endişenin en çok gece 11’de, kendine zarar vermenin en çok sabaha karşı 4’te, madde kullanımının ise en çok sabaha karşı 5’te görüldüğünü tespit etti.”

CTL’nin kurucusu ve CEO’su Nancy Lublin akıllı veri biliminin önemine ve kısıtlamalarına da değinerek veri bilimini kullanmanın en iyi yolunun insan danışmanlığının tesirini geliştirmek olduğunu söylüyor. Tahminsel analizlerle ilgili daha fazla çalışma “danışmanların herhangi bir bölgede mesajlaşan kişinin mesajı yazdığı zamana ya da kullandığı sözcüklere göre örneğin metamfetamin kullandığını ya da seks ticareti kurbanı olduğunu tespit etme ihtimalini artırabilir.”

Kamusal sorun çözümünde veri kullanma imkânları hem geniş hem de yoğun ve gelişmiş. Bu mantıksal analiz (CTL’deki gibi), performans yönetimi tablosu (Baltimore kenti bunu temsilciler arası öncelikleri belirlemek için kullanıyor) ya da düşük maliyetli değerlendirme yöntemleri (New Orleans kentine daha fazla insanın ücretsiz sağlık hizmetine erişimden faydalanmaya ikna etmek konusunda yardımcı olmak için Behavioral Insights Team’in [Davranış Algılama Ekibi] benimsedikleri gibi) biçiminde olabilir. ABD çapında en büyük dönüşümleri gerçekleştirenler ölçüm ve değerlendirme kültürüne sahip, temel malzemeleri de veri. Burada değer katan şey tek başına veriler değil, hizmet alanlarla onlara (transit acentesinde, kâr amacı gütmeyen kuruluşlarda ya da ilçe idaresinde) yön verenler arasındaki geribildirim döngüsünü sıkılaştırma becerileri. Örneğin acente yöneticileri aradan pek çok gün geçse de sigortasız insanlardan onları hareket almaya teşvik edecek ücretsiz bir hizmete kaydolan olmadığını görüyor, sabaha karşı 4 vardiyasındaki işçilerle çalışan danışmanlar da bunun intiharın yoğun görüldüğü bir saat olduğu için ne zaman tetikte olmaları gerektiğini biliyor.

Affordable Care Act [Erişilebilir Bakım Yasası] düzenlemesi kapsamında federal devletin milyonlarca Amerikalıya sağlık sigortası ve vergi indirimi sağlamasına aracı olan çevrimiçi portal HealthCare.gov’un teknik hatalarıyla ilgili çok yazılıp çizildi. HealthCare.gov için işin tersine dönmesi ufak bir düzeltmeyle başladı: Sorunu gözlemlemek için veri toplandı. HealthCare.gov’u düzeltmek için devlet yetkilileri ve hizmet sağlayıcılarla birlikte çalışmak üzere gelen teknoloji uzmanlarının ilk icraatlarından biri panel görünümünde bir “aygıt düzeni” kurmaktı.

HealthCare.gov’un kullanıcılarını takip edebilmek (her gün, hafta ve saat kaç kullanıcının web sitesinde olduğunu, nerede takıldıklarını, nerede vazgeçtiklerini ya da siteden ne zaman çıktıklarını öğrenmek) sitenin yanlış noktalarını anlamak ve düzeltilecek noktalara öncelik vermek için çok önemliydi. Başlangıçta Beyaz Saray çalışanları (aralarında bu makalenin ortak yazarlarından Tara McGuinness de vardı) HealthCare.gov’la ilgili sorunları anlamakta zorlandı. Kullanıcıların neler deneyimlediğini bilmelerinin hiçbir yolu yoktu, çünkü Tıbbi Bakım ve Tıbbi Yardım Hizmetleri Merkezi yetkilileri web sitesinin kurulumunun farklı parçalarını farklı şirketlere vermiş, web sitesinin kullanımının bütüncül bir analizini imkânsız kılmıştı.

Neyin bozuk olduğunu (ya da çalıştığını) görmek için gerekli veri ve aygıt düzeninin sağlanması, politikaların hizmet etmesi gereken insanlara karşı cevap verilebilirliği artırıyor. Kullanılabilirliği kontrol etmek için verinin gerekliliği The US Digital Services Playbook’ta [ABD Dijital Hizmetler Rehberi] vurgulanıyor:

Bir projenin her aşamasında hizmetlerimizin kullanıcılar için ne kadar iyi çalıştığını ölçmeliyiz. Bu bir sistemin performansını ve insanların onunla gerçek zamanlı olarak nasıl etkileşim kurduğunu ölçmeyi de kapsıyor. Ekiplerimiz ve acente yöneticileri meseleleri bulup hangi hata düzeltmelerin ve geliştirmelerin öncelikli yapılması gerektiğini tespit etmek için bu ölçüleri dikkatle takip etmeli. Araçları izlemenin yanı sıra insanların meseleleri doğrudan bildirebilmesi için bir geribildirim mekanizması olmalı.

21.yüzyılda insanların iyiliği için çalışanlar, verilerin gerçek zamana uyarlanmasını mümkün kılan araçlar olmadan iklim krizi ve ırkçılık gibi dünyanın en ciddi meseleleri karşısında çaresiz kalıyor.

Tabii bir konuya dikkat etmek gerekiyor. Bu hızlı testler ve veri kullanımı Amazon, Google ve Facebook da dahil olmak üzere pek çok Amerika merkezli teknoloji şirketinin büyümesini sağlıyor. Testlerin ve teknolojik değişimin hızı şeffaflık ve bireysel haklarla ilgili birtakım engeller doğurdu. New America’daki araştırmacılardan Virginia Eubanks, Automating Inequality [Eşitsizliği Otomatikleştirmek] adlı kitabında refahın modernizasyonun tuzaklarından bahsederken Indiana eyaletinin hatalı bir modernizasyon sistemi kapsamında bir milyondan fazla sağlık hizmeti, gıda kuponu ve nakdi yardım talebini reddettiğini anlatıyor. Onun ve CTL gibi diğerlerinin çalışmaları, bu yeniliklerin gerçekten de hizmet etmeyi hedeflediklerinin faydasına olduğunu test edebilmek için veri yeniliklerinin teminatlar ve etkileşim stratejileriyle eşleştirilmesi gerektiğini gösteriyor.

 

ÖLÇEKLENMEK İÇİN TASARLANMIŞ

Sosyal girişim, platform çözümleri ve teknolojik dönüşümler ne kadar romantize edilirse edilsin, küçük işletmeden büyüğe ve yerelden tüm ülkeye, hatta dünyaya açılma yolu zorluklarla dolu. Bu yüzden de yenilikleri ölçeklendirmek adına stratejik planlama ve test etme, değişim hedefleyen ortak problem çözücüleri için en önemli unsurların sonuncusu olmakta.

Ufak ölçekli çalışmalar hız, çeşitlilik, uyarlanabilirlik ve farklı yeteneklerini uygulamaya döken problem çözücüleri devreye sokuyor. Pek çok farklı kuruluş da bu yola başvuruyor. Özel sektörün aksine sosyal sektörlerde verimlilik ve üretkenlik, birer kamusal değer olarak vatandaşların dahiliyeti ve katılımıyla yarışıyor. Öte yandan FSG adlı danışmanlık şirketinde idari yöneticilik yapan John Kania ve Mark Kramer’ın belirttiği gibi “günümüzün karmaşık ve birbirine bağımlı dünyasında toplumsal sorunların pek çoğunu çözmenin en iyi yolunun ayrık inisiyatifler olacağına dair sınırlı kanıt var. Hiçbir büyük toplumsal sorundan herhangi bir tekil kuruluş sorumlu olmadığı gibi herhangi bir tekil kuruluştan ona şifa bulması da beklenemez.”

Kamu problemlerini çözmeyi amaçlayan yenilikçiler için en büyük zorluk ise bilinçli ve stratejik tasarım aracılığıyla küçük çalışmaların nihayetinde büyük çalışmalara dönüştüğünden emin olmak. Pilot projeler politikalara dönüşmeli, çözüm sunmayı hedefleyenler ağlar, ittifaklar ya da ortaklıklarla devletleri kendi içlerinde ve birbirleriyle bağlamalı.

Health Leads’in kurucusu Rebecca Onie de bundan bahsediyor. Health Leads yirmi yıldan uzun süredir yürüttüğü çalışmalar sonucunda tıbbi maliyetleri azaltmak ve hem toplumsal hem de tıbbi koşullara odaklanarak sonuçları geliştirmek için başarılı bir yaklaşım buldu. Ölçeğin büyümesi ise federal devletin bunu fark ederek Health Leads’in uygulamalarını benimsemesiyle gerçekleşti. Nitekim o zaman bile Tıbbi Bakım ve Tıbbi Yardım Hizmetleri Merkezi, yalnızca genişletilmesi gereken bir pilot proje için bütçe ayırmıştı.

Sosyal sektörün ve sivil alanın önemli bir avantajı, politikaların ve siyasetin gözünü korkutan şeyleri deneyebilmesi. Tabii sosyal girişimciler ve kentsel kurumların daha çoğu ölçeği büyütme zorluğuyla bizzat mücadele etmek yerine sorun çözme biçimlerine devletlerin benimseyebileceği pilot projeler olarak yaklaşsalar, kanuni düzenleme ve siyaset uzmanlarını sorun çözme sürecinin daha erken aşamalarına dahil etme şansları olur. Baştan itibaren devletin benimsemesi ya da tekrarlaması için bir strateji geliştirmek, başarılı bir yeniliğin güçsüzleşip ortadan kaybolmamasını sağlayabilir. Tides’ın eski CEO’su Kriss Deiglmeier ve Tides’a danışmanlık yapan Amanda Greco bunu “durgunluk uçurumu” olarak adlandırıyor. Durgunluk uçurumu, test edilmiş, kanıtlanmış bir pilot projenin ölçeğinin yetersiz fonlama, parçalanmış bir ekosistem (sosyal ve özel sektörle kamu sektörü arasındaki koordinasyon) ya da yetenek eksikliği (ölçeği büyütüp uyarlamak için gerekli beceri ve ekipler) nedeniyle ölçeklenemediği alan.

Etkinin ölçeğini büyütmek için yukarıyla aşağıyı bağlamak önemli olsa da eşit kurumlarla yatay bağlantılar kurmak da oldukça önemli. Birleşik Krallık Ulusal Bilim Teknoloji ve Sanat Vakfı’nın (NESTA) genel müdürü Geoffrey Morgan ölçeklendirmenin farklı yollarını tespit etmek üzere bir ekiple bir araya geldi. “Kanıtlanmış Çözümler Neden Ölçeklenmiyor” adlı Stanford Social Innovation Review makalesinde bu yollar “savunuculuk, iletişim ağları, programlar, franchising ve doğrudan denetim” olarak özetleniyor. Çocukların beşikten iş hayatına dek karşılaştıkları sonuçlarla mücadele etmeleri için toplulukların kapasitesini geliştiren bir ağ olan StriveTogether bu konuda ciddi bir etki yarattı. Tabii uygulamacılar, genellikle çeşitliliğe sahip kurumlardan ve insanlardan oluşan bir filoyu aynı hedefe yönlendirerek değişimi tetikleyen her umut verici ve gerçekten başarılı güç birliği, ittifak ve eylem ağının yanında pek çok başarısız denemeden, birebir görüşmelerimizden birinde bir uzmanın kullandığı ifadeyle “yarım bırakılmış köprüler”den bahsediyorlar.

Özetle ufak çaptaki pilot projeler oluşturmak her derde deva değil. Küçük, odaklanmış ve hızlı hareket alabilen kuruluşlar kimi zaman büyük değişimlere ilham verip onları tetikleyebiliyorsa da özel sektör, kamu sektörü ve sosyal sektörlerde çalışan pek çok farklı aktörün olduğu kalabalık bir alanda ölçeği büyütmek için stratejik düşünmek gerekiyor. Stratejik yaklaşımların sonucu ender bir şekilde “büyümek” ile sınırlı kalıyor. Ölçeklenecek projeler çoğunlukla kiminle, hangi sebeple, hangi yapı ve kimin yönetimi dahilinde bağ kurulacağının dikkatli bir planlamasını ve analizini gerektiriyor.

 

YENİ UYGULAMANIN POTANSİYELİ

Denver, Tusla, Oakland, Indianapolis ve ülke çapındaki diğer kent ve kasabalardaki kamusal sorun çözücüler, buldukları çözümlerin hedeflenen insanlar için çalışıp çalışmadığını sorguluyor, cevabın evet olduğunu belirtiyorlar. Gönüllüler, hedef gözeterek yapılan müdahaleler aracılığıyla intiharların sayısını azaltmayı öğreniyor. Kentin çalışanları ve vatandaşlar, öğrencilerin hak kazandıkları finansal yardımlara başvurmalarına yardımcı olmak için veri analizi yapıyor. Mühendisler ise iş birliği yaptıkları gruplar geniş çaplı bir federal reform talebinde bulunurken devletten herhangi bir destek almadan ev hizmetlerinde çalışanlar için bir yardım sistemi oluşturdu. The New Localism [Yeni Yerellik] kitabının yazarları Bruce Katz ve Jeremy Nowak yerel düzeyde sorun çözümü çalışmalarına önderlik edenlerin güç dengesindeki bir değişimden bahsediyor.

Bu gönüllüler, devlet memurları, kent çalışanları, belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşlarında çalışanlar farkında olmasalar da hepsi ortak kamusal sorunların çözümündeki yeni uygulamaların ve pratiklerin öncüleri konumunda. Kullandıkları araç ve yöntemlerin çoğu (çalışmalarının merkezine insanları almak, küçük ölçekli çözümleri araştırmak ve onlarla denemeler yapmak, veri kullanımını sürekli geliştirmek, ölçeği büyütmek için tasarlamak ve bağlantılar kurmak) son yıllarda farklı yerlerde, farklı kaynakların desteğiyle geliştirildi. Yine de bu unsurların bir araya getirilmesinden oluşan sonucu kamusal sorun çözümünün alet çantasına önemli bir ekleme olarak tanımlamak ve adlandırmak, bu öncülerin birbirlerini fark etmesine ve birbirlerinden öğrenmesine yardımcı oluyor.

Dahil etme, araştırma, deney yapma, ölçme ve ölçeklendirme süreci, geleneksel politika süreçlerini alaşağı ediyor. Sorun çözücüler artık insanların gerçekte neye ihtiyaçları olduğunu ve ne istediklerini keşfedip hâlihazırda etkili olduğu görülen ya da net etki değerlerine göre umut vadeden sorunları test ederek, kanun ya da politika değişimi talep etmeden önce istenmeyen sonuçların ve teoride iyi görünse de pratikte başarısız olan fikirlerin sayısını azaltabiliyor. Ayrıca yukarıyı ve aşağıyı birbirine bağlamanın yanı sıra yatay bağlantılar kuran girişimciler, pek çok sektördeki etkinin ölçeğini büyütebiliyor.

Tabii her kamusal ortak sorun da yeni pratiklere uygun değil. Kanıtlanan çözümler ya da yapılan testlerden bazıları neredeyse her koşulda bu yeni uygulamaları kullanılabiliyorsa da internetin açıklığı ve güvenliği, öğrenci kredilerinin iflasta ibra edilip edilemeyeceği, arabalar ve kamyonların emisyon seviyeleri ya da seçim kampanyalarının finansmanı yasalarının ölçeği gibi meseleler, toplumdaki çatışan siyasi ve ekonomi çıkarlar arasında ciddi çekişmelerle sonuçlanıyor.

Yine de ayakları daha yere basan, farklı türden insan gelişimleriyle doğrudan ilgilenen sorunlar için yüksek mahkeme hâkimi Louis Brandeis’in meşhur demokrasi laboratuvarına bu bilimsel yöntemin daha sosyal bir versiyonu geldi. Brandeis eyaletlerin federal devlet çözümleri için kuluçka makinesi gibi kullanılmasından bahsediyordu. Bugünlerde bu laboratuvarları kentlerde ve kasabalarda bile görmek mümkün, ister belediye başkanının ofisinde olsun ister köşedeki kafede.

Bu yeni uygulamaların kamu yönetimi ve uluslararası ilişkiler bölümlerinde öğretildiğini hayal edin. Düşünün ki sosyal girişimciler, insan ve gezegen odaklı şirketler, üniversiteler ve düşünce kuruluşlarındaki politika uzmanları ve yereldeki yetkililer kendilerini birer sorun çözücü olarak görüyor, yeni uygulamaları benimserken bu süreç boyunca hem ona uyum sağlıyor hem de onu geliştiriyor.

Yeni uygulamaların öne çıkan özellikleri tevazu, kullanışlılık ve uyarlanabilirlik. Yeni uygulamacılar ufak örneklerle başlarken neyi bilmediklerini fark ediyorlar. Deneyciliğe inanıyor, fikirlerini değiştirmekten korkmuyorlar. İdeolojilerdense sonuçlara önem veriyor, verileri hizmet ettiklerine hitap eden tasarımlarla uyumlu hâle getiriyor, sonuçların pek çok farklı biçimi olabileceğini anlıyorlar: Bu çözümler yasa ve politika olabileceği gibi aynı zamanda teknoloji, kültür, normlar ve iş birliği de olabilir.

Yukarıda bahsi geçen özelliklere eşitliği de ekleyebiliriz. Yeni sorun çözme uygulamaları devletlerin hizmet etmeyi hedeflediği insanları da işin içine dahil ederek hiyerarşiye dayalı karar verme yöntemlerini daha yatay, danışmaya ve tekrara odaklanan süreçlere dönüştürüyor. Böylelikle uzmanlığın değerini hâlâ kabul etse de vatandaşların sürece daha derinden dahil olmasını mümkün kılıyor. Bu yeni bir âdet değil, günümüz aletleri tarafından kolaylaştırılan eski geleneklerin yeni bir türü. Siyasal felsefeci Danielle Allen, Amerika’nın kurucularının diğer sömürgecileri, “herhangi bir bireyin, hatta uzmanlardan oluşan kapalı bir grubun erişemeyeceği ortak bir zekâ kurmak” çabası için “durumlarını anlamaya başlamak” konusunda eşit görüyordu.

Sonuç olarak bu yeni uygulama, halka cevaplar vermekle de sıkı sıkıya bağlı. Başarı, bir politika ya da programın hedef kitlesi için çalışıp çalışmadığı üzerinden değerlendiriliyor. Halktan oluşan, halk tarafından kurulan ve halk için çalışan bir yönetim organı, doğrudan hizmet sağlayarak ya da sosyal sektörü güçlendirip ona fırsat vererek olabildiğince fazla insana sunduğu sonuçlar üzerinden ölçülmeli. Kamusal sorunların çözümünde yeni uygulamaların merkezinde halka ve faydalanıcılara kolektif hizmet yatıyor.