Değişim Teorisi

Değişim Teorisini İncelemek

01 / 01

“Değişim teorisi” terimi kafa karıştırıcı olduğu kadar popülerdir. Sosyal sektördeki uygulayıcılar, terimin farklı yorumlarına ilişkin daha açık bir kavrayışa erişerek müdahalelerini daha etkili bir şekilde uygulayabilir ve değerlendirebilirler.

 

Sosyal sektörün genişleyen ve gelişen sözlüğüne ayak uydurmak zordur. Özellikle değerlendirme terminolojisini takip etmek zorlayıcı olabilir. Akademi ile stratejik planlamanın kesiştiği noktada konumlanan sosyal etki değerlendiricileri, birden fazla profesyonel topluluğun fikirlerini ve yöntemlerini harmanlayarak çetin bir jargon oluştururlar. İster “çıktılar” ile “sonuçlar” arasındaki farkları ayrıştırsın isterse “kanıta dayalı uygulamanın” fiil mi yoksa isim mi olması gerektiğini tartışsın, etki değerlendirmesi söylemini öğrenmek kaçınılmaz olarak anlamdan kaynaklanan bir yorgunluğu da beraberinde getiriyor.

 

Zorlu değerlendirme dilinin en popüler örnekleri arasında fazlaca kafa karışıklığına yol açan, uzun süredir kullanımdaki bir sanat terimi olan “değişim teorisi” yer alıyor. Terim 1990’ların ortalarından itibaren popülerlik kazanmaya başladığından beri, bu kavramın ne anlama geldiğine ve pratikte nasıl işlediğine dair görüşler çoğaldı. Görüşlerin birbirine karışması da Greater New Orleans Foundation’ın eski başkanı ve CEO’su G. Albert Ruesga’nın “değişim teorilerinin radikal çokanlamlılığı” dediği şeye yol açtı.

 

Bu makalenin amacı değişim teorisinin, çeşitli hedeflerini kesin olarak belirleyen özlü bir çerçeveyle, anlamlarını incelemek ve düzenlemektir. Açıklığa kavuşturmam gerekirse, akademisyenlerin değişim teorilerine benzeyen veya bunları içeren (gerçekçi değerlendirme, katkı analizi, sonuç zinciri vs.) değerlendirme tekniklerini adlandırmak üzere kullandıkları farklı sözcükleri uzlaştırmaya çalışmayacağım. Amacım, iyi bir değişim teorisinin özelliklerini okurların bu aracın neyi başarması gerektiğini anlamalarını sağlayacak basit bir modelle sunmaktan ibaret.

 

Değişim teorilerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak sadece entelektüel bir uğraş değildir, sosyal sektör için de büyük bir pratik değer sunar. Fon sağlayıcılar, danışmanlar ve diğer paydaşlar giderek daha tanıdık hâle gelen “Değişim teoriniz nedir?” sorusunu soruyorlar, müşterek anlayış eksikliğinden kaynaklanan kafa karışıklığı ve hayal kırıklığı riski de artıyor. Müşterek bir değişim teorisi anlayışını oluşturmak, bu terimi kullandığımızda geçmişten bahsetmediğimizden emin olmamızı sağlayacaktır. Elbette, terimi nasıl kullandığımız konusunda katıksız bir berraklık ve tutarlılık ideal olacaktır, ancak bu makale daha gerçekçi bir hedefin peşindedir: Bu makalede önerilen çerçeve, değişim teorisinin alabileceği çeşitli biçimlerin bir haritasını çıkararak, değişim teorilerini başkalarının aşina olmadığı biçimde nasıl yorumladığımıza ve uyguladığımıza ilişkin daha fazla duyarlılık sağlayacaktır. Kavramın nüanslarını kabul ederek, olası kafa karışıklıklarını daha iyi öngörebilir ve düzeltebiliriz. 

 

KARA KUTU DEĞERLENDİRMELERİNE BİR KATKI

Etki değerlendirmesine ilişkin kapsamlı literatür, değişim teorisinin ne olduğunu anlamak için yararlı bir başlangıç ​​noktası sağlıyor. Stanford Social Innovation Review, bu literatüre bir dizi makaleyle katkıda bulunmuştu. Hewlett Foundation’ın hukuk profesörü ve eski başkanı Paul Brest, “herhangi bir sosyal müdahalenin altındaki ampirik temel” olarak değişim teorisinin (biraz akademik olsa da) kesin bir tanımını sunuyor. Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’ın sosyal inovasyon alanındaki kıdemli danışmanı Kathleen Kelly Janus, terimi “bir organizasyonun hedeflerine tam olarak nasıl ulaşacağının ifadesi” diye tanımlıyor. Bu tanım, değişim teorisini “organizasyonel ve finansal kaynakların hedeflenen sosyal sonuçlara dönüştürüleceği neden-sonuç mantığı” diye tanımlayan Bridgespan ortakları Susan Colby, Nan Stone ve Paul Carttar’ın sundukları açıklamayla uyumlu görünüyor. Son olarak, One Acre Fund’ın genel müdürü Matthew Forti, iyi bir değişim teorisinin yalnızca bu nedensel mantığın nasıl çalıştığını değil, işe yarayacağına inanmanın da neden makul olduğunu açıklaması gerektiğini belirtiyor.

 

Bu koleksiyona başka bir tanım eklemeye niyetim yok. Bunun yerine, değişim teorisinin ne olduğunu ve ne olmadığını açıklığa kavuşturan birkaç bağlam noktasını ortaya çıkararak başlamak istiyorum. İlk olarak, bir değişim teorisini müdahaleleri öncelikle veya yalnızca girdiler ve sonuçlar açısından değerlendiren “kara kutu” değerlendirmesinin karşıtı olarak düşünerek benzersiz niteliklerini çıkarmak öğreticidir. Kara kutu değerlendirmesi, varsa, müdahale adımlarının planlandığı gibi gerçekleşip gerçekleşmediğine pek dikkat etmez, bunun yerine müdahale için ayrılan kaynaklara ve müdahalenin nasıl sonuçlandığına odaklanır.

 

Örneğin, ilköğretimde fen eğitimi için yeni bir müfredatın değerlendirmesini düşünelim: Etkililiğin ötesinde bir dizi soruyu yöneltebilir. Eğitmenler yeterli eğitimden geçti mi? Bu eğitim, müfredattaki derslerin kaçını gerçekten kapsıyordu? Öğrenciler laboratuvar ekipmanı veya müzelere yakınlık gibi farklı kaynak türlerini kullanabildiler mi? Bir kara kutu değerlendirmesinde, bu tür sorular ilk kaynak taahhütlerine (örneğin müfredatın yaygınlaştırılması) ve sonuçlara (örneğin sınav puanlarındaki değişiklikler) kapsayıcı biçimde odaklanma lehine bir kenara bırakılır.

 

Sonuçların belirlenmesi elbette değerlendirmenin temel bir yönüdür, ancak bilim insanları ve uygulayıcılar sonuç değerlendirmesinin tek başına etkili sosyal değişim stratejilerini belirlemek ve uygulamak için yetersiz olduğunu uzun süredir söylüyorlar. Sonuçların ötesine bakmanın önemi, yeni ve iddialı sosyal programların değerlendirmelerinin sıklıkla olumsuz sonuçlara yol açtığı 1960’larda iyice aşikâr hâle geldi. Bu hayal kırıklığı yaratan bulgularla karşı karşıya kalan politika üreticiler ve hizmet sağlayıcılar, başarısızlığın nedenleri ve iyileştirme umutlarına ilişkin uzun uzun düşünmeye terk edildi.

 

Örneğin, o dönemde bir dizi çalışma sosyal hizmet görevlilerinin çocuk suçlarını ve ailenin çöküşünü önlemenin bir yolu olarak sunduğu hizmetleri değerlendirdi. Bu çalışmaların çoğu sosyal hizmet görevlilerinin genelde etkisiz olduğunu öne sürüyor ancak hizmetlerin sıklığı, süresi ve kullanılan özel tedavi yöntemleri gibi temel nüansları gözden kaçırıyordu. Bu önemli ayrımları bir kenara bırakan, sonuç odaklı değerlendirmeler sosyal hizmete, farklı müşteri koşullarına yönelik karmaşık bir danışmanlık stratejileri paketinden ziyade standart bir müdahaleyi içeriyormuş gibi davrandı. Araştırma, bu kara kutu değerlendirmesi nedeniyle, bir şeylerin yanlış olduğunu ancak bu konuda ne yapılması gerektiği konusunda rehberlik sağlayamayacağını gösteriyordu. Müşterilerin gönüllü olarak programlara kaydolması herhangi bir fark yarattı mı? Sosyal hizmet çalışanı ve müşteri arasındaki ilişkinin kalitesi, hizmet sonuçlarının önemli bir tahmin unsuru muydu? Bu ve diğer sorular yanıtsız kaldı. Sosyal hizmet araştırmacısı Mary E. MacDonald’ın o sıralarda aktardığı gibi, “Değerlendirmeye dayalı araştırma uygulamanın geliştirilmesine katkıda bulunacaksa, heterojen bir vaka grubunun ve bir dizi iyileştirme yaklaşımının başarısının veya başarısızlığının genel değerlendirmesinden fazlasını sunması gerekiyordu.” Aynı mesele, 1960’lardan başlayarak giderek daha fazla ilgi gören kentsel yeniden gelişim çabalarına, erken eğitim programlarına ve başka çok yönlü sosyal müdahalelere ilişkin değerlendirmeler için de geçerliydi.

 

Sosyal programların daha aydınlatıcı değerlendirmelerine duyulan ihtiyacın farkına varan değerlendiriciler, programların (yalnızca çalışıp çalışmadığına değil) nasıl çalıştığına da odaklanmaya başladılar. Bu tutum değişikliği, bir müdahalenin ardındaki varsayımları, ortaya çıkardığı gelişmeleri, süreçleri, varsayımları doğruysa veya müdahale planlandığı gibi gerçekleştiyse takip edilecek kısa ve uzun vadeli sonuçları görünür kılacak bir yaklaşım olan teoriye dayalı değerlendirmenin önünü açtı. Teoriye dayalı değerlendirme, bir müdahalenin sonuçlarını bu sonuçlara yol açması beklenen eylemlerin sırasını belirleyerek ve inceleyerek değerlendirmenin ötesine geçer. Sosyolog Carol Weiss, Aspen Institute’ün “Roundtable on Community Change” forumu için yazdığı 1995 tarihli makalesinde “değişim teorileri” terimini kullandığında, teoriye dayalı değerlendirmeye ilişkin otuz yıl önceki araştırmalara açık biçimde başvuruyordu.

 

Weiss, değişim teorilerini kutularla temsil edilen program faaliyetleri ile hedefler arasında varsayılan nedensel bağlantıları temsil eden oklarla birlikte taslak bir diyagram olarak sunmuştu. Bu kutular ve oklar oluşturma hâlâ popülerliğini koruyor, ancak organizasyonların bunu değişim teorilerine nasıl dahil ettikleri özgünlük düzeyinde büyük farklılıklar gösteriyor. Bazı diyagramlar etkileyici düzeyde ayrıntılar içeriyor. Etiyopya kırsalında şizofreniden mustarip insanların yaşam kalitesini iyileştirmeyi amaçlayan topluluk temelli bir rehabilitasyon girişimi olan RISE için geliştirilen örneği ele alalım. Program, medikal kaynaklara erişimde evde desteğin, hastalık belirtileriyle mücadelede topluluk temelli farkındalık kampanyalarının ve aileler için oluşturulan destek gruplarının bir kombinasyonunu içeriyor. Değerlendirme ekibi, müdahalenin çok yönlü iç işleyişini ve programın bölümlerinin karmaşık nedensel etkileşimini gösteren RISE için karmaşık bir değişim teorisi oluşturdu. Bu değişim teorisi tüm varsayımları ve gerekçeleri işaretleyerek programın hedeflerine nasıl ulaşması gerektiğine dair zengin bir görsel betimleme de sunuyordu.

 

Diğer değişim teorileri, daha basit infografikler gibi görünürler ve titizlik gerektiren ayrıntıları bir kenara bırakıp faaliyetlere ve hedeflere ilişkin oldukça soyutlanmış genel bir görünüm sunarlar. Bazı durumlarda, bu daha az ayrıntılı bakış açısı gereklidir çünkü değişim teorisi genelleştirilmesi zor olan farklı programları içerebilen bir organizasyonun tüm operasyonlarını yansıtır. Örneğin, küçük işletmeler için doğrudan kredi vermekten etki yatırımına ilişkin alan geliştirme araştırmalarına kadar her şeyi yapan, topluluk kalkınmasına odaklı bir finans kurumu olan Pacific Community Ventures’ın değişim teorisi; kaynaklardan stratejilere ve sonuçlara kadar doğrusal bir yol haritası sunarak organizasyonun çalışmalarını oldukça geniş çizgilerle gösteriyor.

 

Değişim teorileri aynı zamanda amaçlarına göre değişir. Geleneksel olarak, organizasyonlar değişim teorilerini bütünsel bir değerlendirmenin parçası olarak incelenecek değişkenleri ortaya çıkaran izleme ve değerlendirme araçları olarak kullanırlar. Bununla birlikte, neyi başarmaya çalıştıklarını ve nasıl yaptıklarını netleştirmek için de kullanırlar. Belirli faaliyetlerin belirli sonuçlarla nasıl bağlantı kurması gerektiğine karar vermek, hepsi en az izleme ve değerlendirme kadar önemli olan stratejik planlamayı, iletişimi ve kurumsal öğrenmeyi kolaylaştırabilir.

 

Değişim teorilerindeki bu çeşitlilik anlaşılabilir, hatta olumlu karşılanır. Farklı önceliklere ve koşullara sahip organizasyonlar, bir değişim teorisi geliştirme projesine mutlaka farklı biçimlerde yaklaşacaktır. Ancak bu farklılık, değişim teorisi çerçeveleri ve yöntemleri için uygun standartlar üzerinde fikir birliğinin yokluğunda karmaşaya neden olabilir.

 

“Değişim teorisi” terimine ilişkin açık ve ortak bir anlayışa sahip değiliz, çünkü bu terim doğası gereği kısmen belirsiz ve yoruma fazlasıyla açık. Daha da önemlisi, “teori” ve “değişim” kelimelerinin, farklı insanların vurgulama ihtimalinin az çok yüksek olabileceği en az iki temel anlamı vardır. Bir değişim teorisinin olası farklı vurgularını ortaya çıkarmak için bu anlamları inceleyelim.

 

TEORİYİ TANIMLAMAK

“Teori” kelimesi söz konusu olduğunda, düz anlamından önce yan anlamını yani kelimenin resmi anlamından ziyade çağrıştırdığı şeyi tartışmak faydalı olacaktır. Birçoğumuz “teoriyi” gerçek dünyadaki sosyal etki stratejileriyle değil bilimsel makaleler veya üniversite dersleriyle ilişkilendiririz. Uygulayıcılar gerçekten sıklıkla “değişim teorisi” teriminin pratik kullanım için fazla akademik olduğunu söyleyip dururlar. Kuşkusuz, “çerçeve” veya “model” daha sezgisel olabilir, ancak “teori” kelimesi bir kez incelendiğinde değişim teorisine ilişkin daha fazla içgörü sunacağını savunuyorum. Kelimenin iki temel anlamını bilhassa vurgulamak istiyorum: Kanıta dayalı olarak teori ve önerme olarak teori.

 

Gündelik dilde, teori genelde bir önsezi gibi anlaşılır. Ancak bilimsel açıdan teori çok daha güçlü bir şeyi ifade eder. Gazeteci Tia Ghose, yaygın biçimde yanlış anlaşılan bilimsel kelimeleri faydalı bir özetle açıklar: “Bilimsel teori, doğal dünyanın bazı yönlerinin tekrarlanan deneyler veya testlerle doğrulanmış bir açıklamasıdır.” Bu açıdan teori birbirini destekleyen kanıtlara dayanarak dünyanın nasıl işlediğini tanımlamanın sistematik bir yoludur. Örneğin, mikrop teorisi hastalığın patojenik mikroorganizmalar yoluyla yayılmasını tanımlar. Kısacası, iyi teoriler belirli koşullar mevcutsa ne olacağını tahmin etmemize yardımcı olur. O halde bu tanıma göre, değişim teorisi sadece bir önsezi veya öngörülen sonuçlarla ilgili bir umut değildir. Daha ziyade, belirli faaliyetlerin neden bu sonuçları getirmesi gerektiğini gösteren kanıtlara duyulan ihtiyaçtır.

 

Teoriyi yalnızca spekülasyonla tanımlamak nasıl doğru değilse, sistematik ve kesin kanıtlarla sınırlamak da doğru olmaz. Pek çok alanda, hangi teorinin alanın kapsadığı dünyayı en doğru şekilde tanımladığına ilişkin hararetli tartışmalar yaşanmaya devam ediyor. Bu durumda, teori (henüz) kesin olmayan dünyaya ilişkin bir kavrayış önermesidir. Gruplar arasındaki ilişkilerin önyargıyı nasıl azaltabileceğine dair sayısız bilimsel çalışmayı düşünelim. Bu önemli ve karmaşık meseleyle ilgili literatür, sıklıkla “teori” ve “hipotez” terimlerini birbirinin yerine kullanır, çünkü sosyal bilimciler arasında gruplar arası temasın bağnazlığı bastırmayı nasıl sağlayacağı veya sağlayıp sağlamayacağı konusunda henüz bir fikir birliği oluşmamıştır.

 

Önermeye dayalı bu teori anlayışına göre, değişim teorisi faaliyetlerin ve sonuçların geçici (belirsiz) bir açıklaması olarak işlev görür. Bu da önermenin temelini oluşturan ikna edici bir gerekçeye sahip olamayacağı anlamına gelmez, teorinin bu versiyonu daha ziyade müdahaleyi gerektirecek mevcut kanıtların rolü nedeniyle farklı hedef kitlelerin farklı standartlara ve beklentilere sahip olabileceğini vurgular. Birisi “Değişim teoriniz nedir?” diye sorduğunda bu noktanın akılda tutulması gerekir. Hakemli akademik dergilerde yayımlanmış literatürün sistematik incelemesinden ziyade iyi bir hipotezle yetinebilirler. Bu bağlamda, değişim teorisi savunulan ancak nihayetinde teste tabi olacak bir şeydir.

 

DEĞİŞİMİ TANIMLAMAK

“Değişim” kelimesi basit gibi görünse de çokdeğerli (multivalent) bir kavramdır. Sosyolog Andrew Abbott’a göre, sosyal bilimler “sürekli bir ara sonuçlar silsilesi” ile “süreksiz bir nihai sonuçlar silsilesi” gibi farklı değişim anlayışları arasında gidip geldi. Basitleştirmek gerekirse, değişimin iki temel versiyonu arasında ayrım yapabiliriz: Sonuç olarak değişim ve süreç olarak değişim. Sonuç odaklı bir bakış açısı değişimi sonuçlandırılmış bir müdahalenin sonucu olarak görürken, süreç odaklı bir bakış açışı da bir sonuca yönelik bir dizi ara adım olarak görür.

 

Sonuç ve süreç arasındaki fark, kara kutu değerlendirmesinden (müdahalenin son ürününe odaklanan değerlendirme) teoriye dayalı değerlendirmeye (müdahalenin bütün sürecine yönelik değerlendirme) doğru hareketi anımsatır. Ancak bu ayrım yalnızca tarihsel bir ayrıntıdan daha fazlasıdır, biliminsanları sonuç-süreç karşıtlığının günümüzde önemini koruduğunu göstermiştir. Örneğin, filantropi araştırmacısı Lehn Benjamin, kâr amacı gütmeyen kuruluşlara program sonuçlarının nasıl ölçümleneceği konusundaki kılavuzların kapsamlı bir incelemesinde, bu kılavuzların programları nasıl betimlediği ile ön saflardaki uygulayıcıların yaptıkları işi nasıl ele aldıkları arasındaki temel bir ayrıma dikkat çekiyor. Sonuç ölçümleme kılavuzları, tamamlanan faaliyetlerin sonuçlarını vurgularken, hizmet sağlayıcılar çalışmalarını yüksek düzeyde ilişkisel ve dinamik olarak tanımlama eğilimindedir. Çünkü değişen müşteri ihtiyaçlarına ve etkinliklerine yanıt vermek, hizmetlerin sürekli olarak güncellenmesini gerektirir. Benzer şekilde, kamu yönetimi profesörleri David Campbell ve Kristina Lambright tarafından yapılan araştırma da insani hizmet sağlayıcılarının ve bu alanda fon sağlayanların program performansını nasıl kavramsallaştırdıkları arasında önemli farklılıklar buluyor. Campbell ve Lambright, fon sağlayanların performans ölçümleme sistemlerini uygulamanın birincil nedenleri olarak sonuç belirlemeden ve doğrulamadan bahsettiklerini, hizmet sağlayanların ise hizmet iyileştirmeye ve müşteri ilişkilerine öncelik verdiğini gösteriyor.

 

Bir değişim teorisinin geleneksel hedefi süreci vurgulamak olsa da buradaki amacımız geleneğe bağlılık yemini etmek değil popüler ama bazen kafa karıştırıcı bir araca getirdiğimiz farklı anlamları açıklığa kavuşturmaktır. Bir değişim teorisi talep eden fon sağlayanların veya meslektaşlarımızın akıllarında sonuçlara odaklanan bir değişim kavramı olabilir. Sürecin önemini kabul etseler bile, sonuçlara giden dolambaçlı yollardan ziyade nihai hedeflere işaret eden bir değişim teorisini tercih edebilirler.

 

DEĞİŞİM TEORİLERİNİ HARİTALAMAK

Artık teoriyi ve değişimi anlamanın çeşitli yollarını açıklığa kavuşturduğumuza göre, değişim teorilerinin kavramsal alanını haritalamak üzere bu anlamları çapraz sınıflandırabiliriz. Sonuç, stratejik sorulardan oluşan dört kadranlı bir yapıdır. (“Bir Değişim Teorisi için Programa İlişkin Etkenler” başlığına bakınız) Yapının dört kadranından her biri, belirli bir teori anlayışı ile belirli bir değişim anlayışının bileşimini işaret eden benzersiz bir program niteliğinde düşünceyi ortaya koyar. Bütünüyle ayrıntılı bir değişim teorisi, her bir kesişim noktasına eşit derecede önem veremese bile, bu soruların her birini bir dereceye kadar kapsar. Şimdi, sırasıyla bu dört programatik etkeni inceleyelim.

 

  1. Önerme olarak teori, sonuç olarak değişim: Hedefleri Somutlaştırmak | Bir değişim teorisinin muhtemelen en basit yönü sonuçlarla ilgili bir önermedir. Müdahale neyi başarmaya çalışıyor? Bazı değişim teorileri, aradaki nedensel mekanizmalar hakkında ayrıntılara girmeden bir müdahalenin hedeflediği sonuçların üstünde durmaktan biraz daha fazlasını yapar. Bu durumda, değişim teorisini özlü bir misyon beyanından veya organizasyon sloganından ayırt etmek zor olabilir.

 

Değişim teorisinin bu versiyonu, özellikle “etki tezi”nin sıklıkla ikame bir terim olduğu etki yatırımı alanında popülerlik kazanıyor gibi görünüyor. Yatırım tezine benzer biçimde, etki tezi de genel anlamda bir yatırımcının sosyal veya çevresel etki hedeflerinin ve stratejilerinin kısa bir özetidir. Etki tezleri, özlü olmaları nedeniyle, hedeflere belirgin bir vurgu yapan değerlendirici kısa sunumlara çok benzer. Örneğin, 2015 tarihli bir JP Morgan raporu olan “Uygulamada Etki Değerlendirmesi” kılavuzu, bir etki tezinin veya bir değişim teorisinin (kılavuz bunları ayırmıyor) “portföyü, portföy sonuçlarının daha sonra değerlendirilebileceği ve yatırımların yönetilebileceği bir hedef etrafında birleştirmeyi” amaçladığını ifade ediyor. Rapordaki etki tezlerinin örnekleri hedeflere dikkat çekiyor, ancak mekanizmaları büyük ölçüde görmezden geliyor: “Ekonomik piramidin temelindeki yetersiz hizmet alan bireyleri, temel mallara veya hizmetlere erişim sağlayan yenilikçi ürünler satarak güçlendirmek”, “kentte ve kırsalda yaşayan yoksullara finansal hizmetler sağlamak, kadınlarda finansal okuryazarlığı geliştirmek”, “ölçeklenebilir ve sürdürülebilir enerji çözümleri yoluyla artan enerji ihtiyacını karşılamak”.

 

Misyon beyanı olarak değişim teorisinin neden özellikle etki yatırımı alanında ilgi gördüğü ucu açık bir sorudur. Birçok etki yatırımcısının yatırım performansını ölçümlemek üzere hâlâ öncelikli olarak finansal ölçütlere güvenmesi, sonuç olarak da bir etki değerlendirme aracı olarak daha ayrıntılı bir değişim teorisi oluşturmaya önemli ölçüde zaman ayırmamayı tercih etmesi ihtimallerden biridir. Nedeni ne olursa olsun, etki yatırımında değerlendirme uygulamasının olgunlaşması, biraz da değişim teorilerinin etki tezlerinden farklı olarak daha ayrıntılı biçimde anlaşılmasına bağlıdır. Hedefleri somutlaştırmanın yadsınamaz bir değeri olsa da belirli bir sonucu önermek, müdahalenin buna neden olması bir yana, böyle bir sonuca gerçekten ulaşıldığını göstermekten çok farklıdır. Bir değerlendirme aracı olarak etkili olması için değişim teorisi hedeflerin somutlaştırmanın ötesine geçmeli ve çerçevenin diğer kadranlarını da kapsamalıdır.

 

  1. Kanıta dayalı olarak teori, sonuç olarak değişim: Uygulanabilirliği Kanıtlamak | Apaçık bir noktayı tekrarlamak gerekirse, bir sonucu ifade etmek onun başarısını belgelemekle aynı şey değildir. Yine de bir müdahalenin hedefine ulaşılabileceğine dair güven oluşturmak, mutlaka birkaç yıl süren, randomize kontrollü bir çalışmayı (yeni bir müdahale çeşidini test etmek amacıyla benzer özelliklere sahip kişilerin deney ve kontrol grubuna ayrıldığı çalışma) gerektirmez. Mevcut bilgi birikimini kullanmak, aynı derecede etkili olmanın yanı sıra daha az maliyetli ve zaman alıcı olabilir. Teori anlayışımızı önermeden kanıta dayalı olana kaydırarak, değişim teorisini etkileyen durum tespitinde kritik bir adıma geliyoruz: Belirli bir sonucun ne derece uygulanabilir olduğunu belirlemek için mevcut kanıtları kontrol etmek.

 

Yayımlanmış çalışmalara ek olarak bilgi birikimini sıradan insanlara aktarmak için giderek büyüyen, mevcut uygulamaları temel araştırmalara dönüştüren bir literatür de oluşturuldu. Campbell Collaboration ve What Works Clearinghouse gibi kanıt portalları, kapsamlı bir değerlendirme araştırması külliyatının küratörlüğünü üstlendiler, Scientific American ve CityLab gibi saygın haber kaynakları da genellikle mevcut araştırmaların faydalı sentezlerini aktardılar. Bu kanıtları sıralamak, yalnızca bir hedefin uygulanabilirliğini değil değişim teorisi tasarımcısının kavrayışına da işaret ederek değişim teorisini önemli ölçüde destekleyebilir.

 

Mevcut kanıtlar belirli bir müdahaleyle belirli bir sonucu hedefleme durumunu güçlendirse de kanıtlar bu durumun aleyhine de olabilir. Örneğin; obezite, Tip2 diyabet ve beslenmeyle ilgili diğer hastalıkların yüksek oranda görüldüğü bölgelerde sağlıklı beslenme alışkanlıklarını teşvik eden popüler ve sezgiye dayalı bir strateji, bu bölgelerde yeni süpermarketler açarak bölge sakinlerinin erişemediği taze ve sağlıklı gıdanın tedarikini mümkün kılmak olabilir. Ancak çok sayıda araştırma, bu bölgelerde yeni marketler açmanın daha fazla sağlıklı gıda tüketimine yol açtığı önermesiyle ilgili şüpheleri dile getiriyor. Kent kuramcısı Richard Florida yaptığı araştırmayı özetlemek üzere CityLab için yazdığı bir makalede “Yediklerimiz arasındaki en büyük farklılık, yaşadığımız yerden ziyade gelirdeki, bilhassa eğitim ve beslenme bilgisindeki, beslenme alışkanlıklarımızı biçimlendiren ve dolayısıyla sağlığımızı etkileyen daha derin ve temel ayrımlardan ileri geliyor,” diye yazıyor. Görünen o ki, ABD’deki beslenme eşitsizliği sorunu, arz yetersizliğinin çok ötesinde, doğrudan bir müdahale olarak taze gıda marketleri açma çözümünü baltalıyor. Dolayısıyla böyle bir müdahaleyi öneren makul bir değişim teorisinin, en azından tüketicilerin eğitilmesi gibi olası zorluklara ilişkin kanıtları kabul etmesi gerekiyor.

 

Marketlerin gıdalara erişimin zor olduğu bölgelere girişine yönelik müdahale tasarımına ilişkin bulguların miktarı önemli bir noktayı gösterir: Gerçekten titiz değerlendirmeler eğitimli uzmanların özel alanı olsa da ilgili bulgular çoğu kez sanıldığından daha erişilebilirdir. Bulgularını toparlamak için bu zaman alıcı, maliyetli çalışmaları tekrarlamaya gerek yok. Değerlendirici bulgular, üretildikleri zaman ve mekândan bağımsız ve kusursuz bir şekilde genellenemediği için yayımlanmış araştırmalar her zaman olumlu sosyal etkiyi yaratmak için basit ve anlaşılır bir kullanım talimatı olmazlar. Ancak mevcut kanıtlara başvurmak, inandırıcı bir değişim teorisi için temel oluşturmaya yine de yardımcı olabilir.

 

Elbette, hakemli dergilerde yayımlanan araştırma bulguları, müdahale tasarımını desteklemek üzere toplanacak yegâne bilgi türü değildir. Değişim teorileri yılların deneyiminden ve doğrudan yararlanıcı tanıklığından elde edilen pratik bilgiyle de beslenebilir. Bu türden verilerin güvenilir kanıt olarak toplanıp toplanamayacağı da nihayetinde çeşitli paydaşların bireysel tercihlerine bağlıdır. Yine de uygulayıcılar akademik araştırma bulgularının genellikle anekdotlardan daha fazla ağırlığa sahip olduğunu kabul etmelidir. National Alliance of Sport for the Desistance of Crime (NASDC), bu ayrımı göstermek üzere hedeflenen her sonucu müşteri anketinden bir alıntıyla eşleştirerek atletizmin suç davranışını önlemedeki rolünü tartışan bir değişim teorisi hazırladı. Bu anekdot anlatımları NASDC’nin sosyal etki stratejisini savunmasına yardımcı olsa da pek çok fon sağlayıcı muhtemelen bunları “spora katılım ile çocuk suçları arasında genel olarak kayda değer bir ilişki olmadığını” ortaya koyan 51 araştırmanın sentezinden elde edilen kanıtlara göre daha az inandırıcı bulacaktır. 

 

  1. Kanıta dayalı olarak teori, süreç olarak değişim: En İyi Uygulamaları Belirlemek

Yüksek nitelikli değerlendirme araştırmaları bir müdahalenin etkili olup olmayacağına dair bir karardan fazlasını sunabilir, olumlu etkiyi en üst düzeye çıkaracak ve potansiyel riskleri azaltacak şekilde müdahalelerin nasıl tasarlanacağı konusunda rehberlik de sağlayabilir. Endeks sigortasına ilişkin 2017 tarihli bir Annual Review of Resource Economics makalesi iyi bir örnek sunuyor. Endeks sigortası, ödemeleri tarımsal üretim kayıplarıyla yakından ilişkili olarak kolayca ölçülebilen çevresel koşullara bağlayan, çiftçilik için sıklıkla kullanılan bir sigorta yöntemidir. Bu makale de endeks sigortasının küçük ölçekli iş yapan çiftçilerin tarımsal riskini yönetmek için genellikle oldukça etkili olduğunu göstermektedir. Ancak olumlu sonuçların kanıtlarının gözden geçirilmesinin yanı sıra sözleşme tasarımında iyileştirmeler, riskin daha iyi ölçülmesi ve diğer stratejiler de dahil olmak üzere endeks sigortası kullanımının nasıl artırılacağına dair kanıtları kapsar. Bu makale, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal inovasyonu desteklemek isteyen filantropi profesyonelleri veya etki yatırımcıları için hem endeks sigortasının umut verici bir yaklaşım olarak doğrulanması hem de bu aracı mümkün olduğunca etkili bir şekilde kullanmak için sunduğu içgörüler açısından değerlidir.

 

Güncel bir başka örnek de düşük ve orta gelirli ülkelerdeki el yıkama ve sanitasyon uygulamalarıyla ilgilidir. 2017’de Campbell Systematic Reviews’de yayımlanan, hijyen uygulamalarını teşvik eden müdahalelere ilişkin kanıtların sistematik bir incelemesi, yalnızca genel yaklaşımların en etkili olduğu bulguları değil uygulamayı kolaylaştırabilecek veya engelleyebilecek etkenlere ilişkin bulguları da kapsıyor. Genel olarak “el yıkamayı teşvik eden programlar genelde çok kısadır, çok uzun mesajlar içerir, davranış değişimini aşılamak için devamını getirmez ve sadece sözlü talimata fazlasıyla bel bağlar” gibi farklı makalelerden bulguları da değerlendiriyor. 

 

Campbell Systematic Reviews’ın herkesin erişimine açık bir dergi olması gerçeği, yayımlanmış araştırma kanıtlarının çoğu uygulayıcının bildiğinden daha erişilebilir olduğunu göstermektedir. Birçok özgün akademik makale ödeme duvarlarının arkasına veya jargon marifetiyle gizlenmiş olsa da önemli araştırma bulgularını belirleyen, özetleyen ve yayan organizasyonlar da ortaya çıkıyor. Örneğin, evsizlere hizmet sağlayanlar Centre for Homelessness Impact tarafından derlenmiş, evsiz insanlara yönelik hizmet programlarının uygulanmasındaki bilinen kolaylaştırıcıları ve engelleri inceleyen kapsamlı kanıt haritasına başvurabilir. Benzer şekilde, gençlere mentorluk hizmetleri sunan kurumlar, ABD’de gençlere yönelik mentorluk ilişkilerini genişletme alanında önde gelen destek kuruluşu MENTOR tarafından kanıta dayalı en iyi uygulamaların özenle düzenlendiği kılavuzu gözden geçirebilir.

 

  1. Önerme olarak teori, süreç olarak değişim: Mantık Modelini Sunmak | Değişim teorilerinin en kafa karıştırıcı yönlerinden biri müdahaleleri (girdiler) başlatmaya ve sürdürmeye ayrılmış kaynakların faaliyetlere, çıktılara (faaliyetlerin doğrudan ürünlerine) ve daha uzun vadeli sonuçlara nasıl çevrildiğinin grafik betimlemeleri (genelde kutular ve oklar aracılığıyla), yani mantık modelleriyle olan ilişkileridir. Bazı örnekler, bir mantık modelinin değişim teorisiyle eşanlamlı, görsel bir temsili veya değişim teorisine ek yaptığı izlenimini verir. Bu kafa karışıklığına rağmen çoğu uzman ve danışman, genelde tanımlayıcı mantık modelleri ile açıklayıcı değişim teorileri arasında ayrım yaparak bu iki aracın nasıl birbirinden ayrılacağını göstermişlerdir. Değerlendirme alanında uzmanı Michael Quinn Patton’ın belirttiği gibi, değişim teorisi mantık modelinden farklı olarak “varsayılmış, hipoteze dönüştürülmüş veya test edilmiş nedensel bağlantıları belirleme ve açıklama yükünü taşır.” Değişim teorileri, ne yazık ki bu açıklayıcı işlevi sıklıkla ihmal eder, bunun yerine müdahalenin değişimi nasıl ve neden etkilediğini açıklığa kavuşturmadan müdahalenin sadece yüksek düzeyli bir tanımını sunar.

 

Bir değişim teorisinin müdahalenin nasıl işlemesi gerektiğini açıklaması gerektiğine hemfikir olsam da mantık modelinin tanımlayıcı amacı aynı zamanda iyi biçimlendirilmiş bir değişim teorisinin ayrılmaz bir parçasıdır, önerdiğim çerçevenin de sağ üst kadranıyla eşlenir. Mantık modeli, fonların, personel zamanının ve diğer kaynakların tahsisinden sonuçta müdahaleden kaynaklanması gereken sistem genelindeki etkilere kadar müdahale tasarımcısının öngördüğü süreci önermelidir. Başka bir deyişle, çerçevenin bu kısmı, müdahalenin takip etmesi gereken sürecin her adımında test edilebilir bir önermenin (ister anlatı dilinde ister taslak diyagramdaki) formülasyonuyla ilgilidir. Ne de olsa, sahada olanlar planla uyumlu değilse, hedeflerin ifade edilmesi, fizibilitenin gösterilmesi ve en iyi uygulamaların belirlenmesi sınırlı bir değere sahiptir. Değişim teorisi personelin tasarımdan ne ölçüde sapıp sapmadığını ve ne ölçüde saptığını belirlemek için bir müdahaledeki kritik bağlantı noktalarını izlemesine olanak tanımalıdır.

 

Nitelikli bir mantık modelinin harika bir örneği Duke Üniversitesi’nden Nicholas Çevre Politikaları Çözümleri Enstitüsü, Texas A&M Üniversitesi-Corpus Christi’deki Harte Meksika Körfezi Araştırmaları Enstitüsü ve The Nature Conservancy tarafından ortaklaşa yürütülen Meksika Körfezi Ekosistem Hizmet Mantık Modelleri ve Sosyo-Ekonomik Göstergeler (GEMS) projesidir. GEMS ekibi, ekosistem kurtarma çalışmaları alanında en iyi uygulamalara ilham vermek üzere çeşitli kıyı restorasyonu yaklaşımları için mantık modelleri geliştiriyor. Projenin ilk aşamasında istiridye habitatlarının restorasyonu ve korunmasının ardından beklenen değişim kademelerini gösteren kapsamlı bir istiridye resifi koruma modeli üretti. Bu değişimler, dalga zayıflatma yoluyla erozyonu azaltmayı, sudaki habitatları iyileştirerek biyolojik çeşitliliği geliştirmeyi ve gönüllü odaklı restorasyon projeleri aracılığıyla ekolojik farkındalığı teşvik etmeyi kapsıyor. Bu öngörülen değişimlerin her biri, izlemeyi ve değerlendirmeyi etkileyecek, test edilebilir birer önermedir. GEMS ekibi, özellikle değişim teorisinin tek başına bir mantık modelinden daha fazlasını nasıl talep ettiğini gösteren, beklenen her sonuç hakkında yayımlanmış araştırma kanıtlarının kapsamlı bir incelemesiyle kendi mantık modelini genişletiyor.

 

KAPSAMI GENİŞLETMEK

Bu makaledeki dörtlü yapı ikna edici olsa bile, popüler hâle gelmesi muhtemelen biraz zaman alacaktır. Bu gerçekleşene kadar, bu çerçevenin değişim teorilerini nasıl farklı biçimlerde düşündüğümüzü ve ifade ettiğimizi göstermesini umuyorum. Fon sağlayanlar veya meslektaşlarınız değişim teorinizi soru sorduklarında ne demek istediklerini tahmin etmek yerine, onları tablonun neresine yerleştireceğinizi düşünün. Süslü terimlerle (sol üst) bir misyon beyanından mı bahsediyorlar? Daha çok bir mantık modeline mi atıfta bulunuyorlar (sağ üstte)? Sonuçlara ilişkin kanıtlarla uyumu mu arıyorlar (sol altta)? Etkili yöntemlerin gözden geçirilmesini mi istiyorlar (sağ altta)? Yoksa değişim teorisi anlayışları tablonun birden fazla bölümünü mü kapsıyor?

 

Değişim teorilerinin çeşitli nosyonlarını tanımlamanın ve haritalandırmanın anlık değerinin ötesinde, bu çerçeve yapısının kapsamlı bir değişim teorisinin birkaç hareketli parçası olduğunu ve güçlü bir slogana veya şık bir infografiğe indirgenemeyeceğini açıkça göstermesini umuyorum. Değişim teorisi tasarlayan çoğu organizasyon için, bu makalede ele alınan dört stratejik sorunun hepsini birleştirmek tek bir paragraf veya diyagram yerine sayfalarca ayrıntılı metin gerektirir. Buna göre, değişim teorisinin açıklayıcı gücünü ortaya çıkarmak için onu bağımsız bir ürün olarak değil stratejik planları, değerlendirme tasarımlarını, hizmet sözleşmelerini ve diğer operasyonel belgeleri etkileyen düşünme biçimi ve analiz için bir yönerge olarak görmeye başlamalıyız. Sonuçları açıkça belirtme, fizibiliteyi gösterme, en iyi uygulamaları belirleme ve ayrıntılı bir mantık modeli sunma görevleri, bir değişim teorisinin neye benzediğine, nasıl geliştiğine ve neyi başardığına dair anlayışımızı genişletmemizi gerektirir. Değişim teorilerinin kapsamlarını ancak bu şekilde genişleterek teorik çekiciliklerini pratik faydaya ve nihayetinde anlamlı etkiye çevirebiliriz.

01 / 01