Fikir ve Değerlerin Değiş Tokuşu
Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, işletmeler ve devletler birbirlerinden ayrı düştüklerinde, geliştirdikleri fikirler de kendi sektör duvarlarının içerisinde kilitli kalmıştı. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, nadiren yönetim veya mevzuat tartışırdı. İşletmeler, nadiren toplumsal sorunlara çözüm ararlardı ve devletle olan ilişkileri genellikle muhaliflik üzerine kuruluydu. Devletler ise iş dünyasını vergilendirip düzenlerlerdi ve pek çok toplumsal meselenin sorumluluğunu da kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yüklerlerdi.
Oysa ki son yıllarda, kâr amacı gütmeyen kurumlar ve devlet liderleri; yönetim, girişimcilik, performans ölçümü ve gelir üretimi hakkında bilgi edinmek için gözlerini iş dünyasına çevirdi. Devlet ve iş dünyası liderleri, kâr amacı gütmeyen kuruluşların toplumsal ve çevresel konular, taban örgütlenmeleri, filantropi ve savunuculuk konularındaki bilgeliğinden yararlanır oldu. İş dünyasının önde gelenleri ve kâr amacı gütmeyen kurumlar da, kamu politikalarını şekillendirmek için devletle işbirliği yaptı. Bu çapraz tozlaşmanın bir sonucu olarak da birçok sosyal inovasyon ortaya çıktı.
Örneğin, sosyal sorumlu yatırımı (SSY) ele alalım. SSY, yatırımların sosyal, çevresel ve finansal sonuçlarını aynı anda göz önünde bulundurur; kâr amacı gütmeyen sektörün değerler sistemini, aldığı kararların en finansal temelli olanı diyebileceğimiz yatırımlara uygular. Amerika Birleşik Devletleri’nde SSY’nin ilk örneklerinden biri, 1750’lerde köle ticaretine yatırım yasağı getiren Quaker yasağıydı. Daha iyi bilinen bir SSY örneği ise, 1980’lerdeki, birçok bağımsız ve kurumsal yatırımcının apartheid rejimini protesto etmek için, Güney Afrika’da iş yaptıkları şirketlerle ilişkilerini kesmeleridir. Geçtiğimiz yıllarda SSY varlıklarının değeri ve görünürlüğünde muazzam bir büyümeye şahit olundu.
Social Investment Forum’a göre, 1995-2005 yılları arasında SSY yatırımları yüzde 258’den fazla artarak 639 milyar dolardan 2.29 trilyon dolara yükseldi. Son iki yılda, SSY varlıkları yüzde 18’den fazla artış gösterirken, tüm yatırım varlıkları, yüzde 3’ten az artmıştır.
SSY üç biçimde ortaya çıkabilir: yatırım taraması (sadece belirli toplumsal veya çevresel kriterleri karşılayan şirketlere yatırım yapmak), topluluğa yatırım (sermayeyi yetersiz hizmet alan topluluklara yönlendirmek), hissedar aktivizmi (şirketlerin toplumsal veya çevresel davranışlarını şirket yönetim prosedürleri aracılığıyla etkilemeye çalışmak).19
SSY fonlarının başarısındaki belirsizliğe rağmen bu fenomen, sermaye piyasaları üzerinden toplumsal değişimi etkilemeye çalışan birey ve kurumlar ile beraber sektörler arasındaki yakınlaşmanın önemini vurgulamaktadır. Hissedar aktivizmi; gelenekselleşmiş şu tekniği uygular: toplumsal değeri yok edenleri disiplin altına almak için için hissedar değerini yok eden şirket yöneticilerini disiplin altına almak.
Bu temel fikir ve değerlerin aktarımı olmadan, SSY, kurumsal kararlara etki etmeyi bırakın, varlığını bile sürdüremezdi. SSY aracılığıyla büyük ve küçük yatırımcılar, sermaye piyasalarının gücünü artırarak modern şirketleri kararlarının toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmaya zorladı. Böylece başka bir inovasyona, KSS’ye, katkıda bulunmuş oldular.
Rol ve İlişkilerdeki Değişimler
Çağdaş inovasyonun ikinci kaynağı ise üç sektör arasındaki değişen rol ve ilişkilerde yatar. İş dünyası; devlet ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlarla çalışarak, onları düşman ya da muhtaç gibi görmeden, birçok toplumsal meselede yola öncülük ediyor. Aynı şekilde, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar da, toplumsal içerikli çalışmalarında iş dünyası ve devlet ile ortaklık kuruyor. Bu arada, devlet; düzenleyici ve vergilendirici düşman rolünden uzaklaşıp, bir ortak ve destekçinin sahip olması gereken, daha işbirlikçi roller üstleniyor.
Rol ve ilişkilerdeki bu değişimler, karbon ticareti gibi birçok sosyal inovasyonun verimliliği için temeldir. Karbon ticareti, hava kirliliğini azaltma amaçlı piyasa tabanlı bir yaklaşımdır. “Sınırla-pazarla ticaret sistemi” olarak da adlandırılan karbon ticareti, işleyişinde her üç sektöre de ihtiyaç duyar. İlki, genellikle devletin rol aldığı merkezi bir otoritedir. Bu otorite, şirketlerin kirlilik üretimine sınır getirir ve belli bir kirletici maddeden ne kadar yayabileceğine dair kredi sistemini tanımlar. Şayet bir şirket herhangi bir kirletici maddeden daha fazla üretmek durumunda kalırsa, başka bir şirketin kredilerini kullanabilir. Ama eğer bir şirket salınımlarını azaltırsa, başka şirketlere kendi kredilerinden de satabilir. Karbon ticareti, uygun teşvikler yaratarak ve paydaşlar arasında gönüllü değiş tokuş imkanı sağlayarak, kirletici maddelerin nasıl, ne zaman ve nerede azaltılacağına dair seçimlerin sorumluluğunu dağıtır ve en düşük maliyetli azaltımın yapılmasını sağlar.
Örneğin, ABD Çevre Koruma Ajansı (Environmental Protection Agency) 1990 tarihli Temiz Hava Yasası ile karbon ticaretini yasallaştırdı. Bu inovasyon, ABD’nin kuzeydoğusundaki asit yağmuru sorununu azalttığı için geniş ölçekte itibar kazandı ve benzerinin de sera gazları için uygulanması konusunda umut vaat ediyor.20
Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, karbon ticareti süreci boyunca, ticari işletme ve devletleri destekliyor. Örneğin, STK’lar işletmelerin karbon salınımlarını ne ölçüde azalttığını ölçüp doğrulayarak teknik destek sağlıyor. Aynı şekilde, Karbon Saydamlık Projesi (Carbon Disclosure Project; CDP), yatırım kararlarını yönlendirmek için dünyanın en büyük şirketlerinin karbon salınım verilerini kullanır. CDP, kurumsal yatırımcıları, karbon salınım verilerini gönüllü olarak kamuoyu ile paylaşması için örgütler ve iklim değişikliği ile sera gazı salınımının yarattığı ticari risk ve fırsatlar hakkında hissedar ve işletmeleri bilgilendirir. Yatırım bankaları olan Merrill Lynch, Goldman Sachs ve HSBC, CDP’de imza sahibi yatırımcılar ve dünyanın en büyük 3000 şirketinden elde edilen tüm verilere ücretsiz erişim sağlıyorlar.
Salınım ticareti; kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, işletmeler ve devletlerin yeni roller üstlenmesini gerektirir. Geleneksel sistemde, devlet kurumları, yönetmelikleri düzenleyerek iş dünyasını izlemekle yükümlüydü. İş dünyası bu düzenleme ve denetlemeyle mücadele ederdi. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ise, bir gözlemci konumunda, kötü işleyen şirketleri ve ihmalci devlet kurumlarını yakından takip ederdi. Şimdi ise devlet, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ve iş dünyası, çevresel faktörleri iyileştirmek için beraber çalışıyor. Bu yeni roller olmasaydı, karbon ticareti sistemleri de var olmayacaktı. Belirli programların tasarlanması, izlenmesi ve iyileştirilmesinde sanayi, devlet kurumları ve çevre savunucuları arasındaki süregelen etkileşim olmasaydı, amaçlanan hedeflere ulaşılması mümkün değildi.21
Özel Sermayeyi Kamu Desteği ve Filantropik Destekle Kaynaştırmak
Toplumun ihmal edilen kesimleri sıklıkla, sağlık hizmeti, yiyecek ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Bunun bir sonucu olarak, serbest piyasada bu insanların ihtiyaç duyduğu ürün ve hizmetler üretilmez. Piyasadaki bu boşlukları doldurmak için, devlet ve hayır kurumları, bu mal ve hizmetleri sübvanse eder ya da bunlar için para öderler (aslında bir nevi sadaka verirler). Fakat sektörler arasındaki ayrımın erimesiyle, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, devletler ve iş dünyası, sürdürülebilir ve hatta bazen kârlı sosyal inovasyonlar yaratmak için fon kaynaklarını ve modellerini harmanlamaktadır.
Birçok sosyal inovasyon, ihmal edilen insanların ihtiyaçlarını daha verimli, etkin ve kârlı değilse bile en azından daha sürdürülebilir şekilde karşılayabilmek için yeni iş modelleri yaratımını içerir. Bunu, daha düşük maliyet yapıları ve daha verimli dağıtım kanallarıyla yaparlar. Sıklıkla da, piyasa ve piyasa dışı yaklaşımları, kamu desteği ya da filantropik finansal destekle harmanlayarak elde ederler. Bu hibrit iş modelleri, bazı konularda ödün vermeyi gerektirir, genellikle gerilimlerle doludur ama toplumsal meseleler ve ihtiyaçlarla baş ederken birçok ticari ve hayırsever kurumun karşılaştığı sınırların çoğunun üstesinden gelebilirler.
Örneğin, 1990’ların ortalarında, Self-Help adındaki yenilikçi bir kalkınma finans kuruluşu, Kuzey Karolina’daki düşük gelirli ve çoğunluğunu azınlık ailelerin oluşturduğu bir kesimi ev sahibi yapabilmek için güçlü bir kampanya başlattı. Self-Help bunu yerel bankalara sunulan sermayeyi artıracak yaratıcı bir model aracılığıyla gerçekleştirdi. Bu süreçte Self-Help, düşük gelirli ailelere verilen mortgage kredileri için ikincil bir piyasaya öncülük etti.
Bu model şöyle çalışır: Self-Help, ticari bankalardan borç alan düşük ve orta gelirlilerin mortgage kredilerini satın alır. Self-Help, daha sonra, kredileri yeniden paketler ve bunları Fannie Mae olarak da bilinen, Federal Ulusal Mortgage Birliği’ne (Federal National Mortgage Association) satar. Fannie Mae satış garantisi temin edebilmek için paketlenmiş kredilerin zamanında ödenmeme riskini üstlenir. Fannie Mae’nin fonlarıyla, Self-Help, ticari bankalardan daha fazla kredi satın alarak bu bankalara yetersiz hizmet alan kesimin kredi almasını sağlayacak ek fon kaynağı yaratır. Self-Help düşük gelirli aileler hakkındaki bilgisi sayesinde, ticari ortaklarının müşterilerinin ihtiyaçlarını karşılayacak türden mortgage tasarlamasını sağlar.
Ford Vakfı, 1998’de, Self-Help programını ulusal boyutta genişletmek için 50 milyon dolar harcadı. Riski bankalar aracılığıyla hafifleten ve borç alan düşük gelirlilerin kredi itibarını ortaya koyan Ford Vakfı’nın 50 milyon dolarlık hibe tutarı, 2003 yılında 2 milyar doların üstünde bir mortgage kredisine ulaştı. Fannie Mae ise ardından, 2008 yılı boyunca Self-Help’ten 2.5 milyar dolarlık kredi almayı taahhüt etti. Yoksul ve azınlık kesim içindeki düşük oranlı ev sahipliği sorununa getirilen bu çözüm, sektörler arası ortaklıklar aracılığıyla yaratılan piyasa temelli bir çözümdür. Nispeten küçük miktarda da olsa filantropik sermaye, programın ayakta durabilmesini sağladı. Karşılığında, bu hibe sayesinde, ticari bankalar, kâr amacı gütmeyen bir komünite geliştirme kuruluşu, devlet lisanslı ama kamuya açık finans kurumu ve özel yatırımcılar arasında fon akışı yaratıldı.
Yüksek faizli mortgage krizinin bu sosyal inovasyonlara gölge düşürdüğüne şüphe yok. Ancak krizi daha yakından incelersek, sorunun inovasyonda değil aşırı ticaretleşmede (sosyal inovasyonun kontrolden çıkmasının sonucu) yattığını görürüz. Self-Help’in kurucusu Martin Eakes kredilere getirilen bu aşırı yüksek faizlerin yüksek peşinat oranları, tavan yapmış faiz oranları ve erken ödenen kredi cezaları konusunda öfkesini dile getirir. (Eakes ile yapılan röportaj için Stanford Social Innovation Review, Yaz 2008 sayısına bakınız.) Eakes, Self-Help ve sorumluluk sahibi diğer borç verenlerin; 30 yıl sabit faiz oranı, düşük peşinatlar, erken ödeme cezasının olmaması ve kredi başvuru sahiplerinin daha yakından ve adil bir şekilde değerlendirilmesi gibi daha tüketici dostu yaklaşımlar uyguladığını belirtir.22
Sosyal İnovasyonun Etkileri
Sosyal inovasyon kavramımızın fikir önderleri, mevzuat geliştirenler, fonlayacılar ve uygulayıcılar açısından da etkileri vardır. Sadece toplumsal değişimi gerçekleştirenlerin arzuladığı amaçları değil, bu amaçlara ulaşabileceğimiz araçlarının bütününü de kapsamaktadır. Sosyal girişimcilik ve sosyal girişim alanları, özellikle yeni ve çoğunlukla kâr amacı gütmeyen girişimlerin oluşturulması gibi sadece kısmi bir alanı inceler. Bununla beraber; büyük ve yerleşik kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, devlet kurumları ve iş dünyasındaki bazı işletmeler de kaynaklarını, daha adil ve refah düzeyi yüksek bir toplum yaratmak için giderek daha fazla kullanarak, toplumsal değişime önemli ölçüde katkıda bulunurlar.
Toplumsal değişimi yaratan, finanse eden ve destekleyen insanlar,i sosyal girişimcilik ve sosyal girişimler gibi sınırlı alanların ötesine bakmalıdır. Aslında, bakış açısındaki bu açılma, Ashoka’nın kurucusu Bill Drayton’un dediği gibi “herkes değişim yaratan kişi olabilir” ifadesini doğruluyor.23
Eğer fikir önderleri, sosyal inovasyonun gelişimini gerçekten destekleyebilecek bir bilgi türü üreteceklerse, sosyal inovasyon tanımımızın daha açık, net ve tutarlı olması gerekir. Bu makalenin en önemli sonuçlarından biri; sosyal inovasyonların ortaya çıktığı, yayıldığı ve başarılı (ya da başarısız) olduğu süreçler ile sosyal inovasyon, sosyal girişimcilik ya da sosyal girişim tanımlarımız aralarında benzerlikten ziyade farkın görülmesi gerekliliğidir.
Son olarak, en önemli etkinin, sektörler arası dinamiklerin oynadığı rolün temel önemini kavramakta yattığına inanıyoruz: fikir ve değerlerin paylaşılması, rol ve ilişkilerin değişmesi ve kamu kaynakları ile filantropik ve özel kaynakların harmanlanması gibi dinamikler. Teoride, birçok kişi sektör sınırlarının kaybolduğu yaklaşımları kabul ediyor. Ancak pratikte, kapalı kapılar arkasında çalışmaya devam ediyorlar. Business for Social Responsibility ve the National Council of Nonprofit Associations gibi sektör tabanlı profesyonel ağlar hâlâ piyasayı domine ediyor. Hatta sektörler içinde bile topluluklar rollerine göre bölünüyor. Kâr amacı gütmeyen kurumların dünyasında ise, örneğin, en önde gelen vakıf grupları (the Center for Effective Philanthropy, the Council of Foundations ve Grantmakers for Effective Organization gibi) konferanslarında katılımcıları hibe veren kurumlarla sınırlandırıyor.
En zor ve önemli toplumsal sorunlar, kâr amacı gütmeyen kurumları, kamuyu ve özel sektörü işin içine dahil etmeden, bırakın çözülmeyi, anlaşılamazlar bile. Örneğin, küresel ısınma sorununu Exxon Mobil Corp. ve BP p.l.c , EPA ve Enerji Bakanlığı gibi devlet kurumları, Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası gibi uluslarüstü kurumlar ve Greenpeace ve Environmental Defense (Çevre Koruma Vakfı) gibi kâr amacı gütmeyen kurumlar olmadan çözmeyi düşünemeyiz bile.
Sektörlerin birleştiği yerlerde inovasyonlar da giderek daha fazla canlanıyor. Bu kesişme noktalarında, fikir ve değerlerin paylaşımı, rol ve ilişkilerdeki değişim ve özel sermayenin kamu ve filantropik destekle bütünleşmesi, sosyal değer yaratılmasında yeni ve daha iyi yaklaşımlar yarattı. Sektörler arası işbirliğini desteklemek için; sektör sınırları içindeki fikir, değer, sermaye ve yetenek akışını engelleyen ve sektörler içerisindeki roller ile ilişkileri kısıtlayan yasa ve uygulamaları incelemeliyiz.
Dünyanın daha fazla sosyal inovasyona ihtiyacı var. Bu nedenle, iş dünyası, devlet kurumları ya da kâr amacı gütmeyen kurumlardan gelip gelmediklerinden bağımsız olarak, dünyanın en can alıcı sorunlarını çözmeye çalışan herkesin (girişimciler, önderler, işletmeciler, aktivistler ve değişim için çalışanlar gibi) izolasyon, paternalizm ve antagonizm gibi eski kalıpları bir kenara bırakıp toplumsal değer yaratmak için yeni yollar bulmayı sağlayacak sektörler arası dinamikleri anlamak ve benimsemek için çaba göstermesi gerekmektedir.